ÖZERKLİĞİN ESTETİĞİ - 1
1963 yılında Sitüasyonist Enternasyonal,
Danimarka’nın Odense kentinde “RSG-6’nın Yok Edilişi” başlıklı
bir sergi düzenler.
İsmini, Britanya’da nükleer savaş durumunda hükümet
görevlilerinin saklanması için inşa edilen gizli sığınaklardan alan
sergide, yeni bir dünya savaşı olasılığı canlandırılmaktadır.
Galerinin odalarından biri, kesintisiz siren
seslerinin yayınlandığı, temsilî cesetlerle ve erzakla dolu bir sığınak
replikasıdır.
Bir diğer odada, Enternasyonal’in Danimarka
kolundan J.V. Martin’in, olası üçüncü dünya savaşından sonra dünyanın
halini gösteren “termo-nükleer haritalar”ı sergilenir.
Aynı odanın duvarlarına dünya liderlerinin
resimlerinin yerleştirildiği hedef tahtaları asılmıştır, yandaki
tüfeklerle hedefleri gözünden vuran ziyaretçilere sergi kataloğu hediye
edilecektir.
Guy Debord, sergi için yazdığı “Politikada ve Sanatta
Yeni Eylem Biçimleri ve Sitüasyonistler” metninde, Britanya’daki gizli sığınakları kamuya ifşa eden
Barış Casusları grubunun eylemlerine “selam durmak istedikleri”ni söyler.
Modern sanatın da, devrimci politikanın da
ancak aşılarak canlanabileceğini öne sürdüğü metinde, sitüasyonistler
olarak “bütünüyle onayladıkları birkaç hamle”den bahseder: Bunlardan
biri, Venezüella’da bir grubun, Fransız sanatı sergisine silahlı saldırı
düzenleyerek siyasi mahkûmların salıverilmeleri koşuluyla beş tabloya el
koyması; bir diğeri de Danimarka’da bir grup eylemcinin, faşist Franco
rejimi altındaki İspanya’ya geziler düzenleyen turizm acentelerine bombalı
saldırıda bulunmasıdır.
Debord için, “kapitalizmin sıkıcı ve rahat
bağlamında, o ‘insanileşmiş’ düzenin temelinde yatan şiddetin bazı
veçhelerini ifşa eden şiddetleriyle ortaya çıkıveren insanları görmek çok umut
verici”dir.
Savaşı Eve Getirmek
, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hummalı bir
yeniden yapılanmanın yaşandığı Batı ülkelerine savaş imgeleri damgasını
vurmuştur.
1962’de, ABD ile SSCB arasında yaşanan Küba Füze
Krizi’nin en kritik gelişmesi, dünyanın dört bir yanında naklen televizyondan
yayınlanır: Dönemin ABD Başkanı Kennedy, Sovyetler’in Küba’ya
yerleştirdiği nükleer başlıklı füzeleri kaldırmaması halinde askerî
müdahale gerçekleştirileceğini bildiren ültimatomunu diplomatik yollardan
muhataplarına değil, televizyondan yaptığı bir konuşmayla tüm dünyaya
duyurur.
Soğuk Savaş’ın barındırdığı nükleer savaş
tehdidinin bu şekilde medyalaşması, ve aynı sıralarda ABD’nin Vietnam’a yoğun
müdahalesi, gelişmiş Batı ülkelerinde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
yaşanan görece refah ve huzurun yanılsamadan ibaret olduğunu gözler önüne
serer.
“Sosyalleştirilmiş kapitalizmin sıkıcı ve rahat
bağlamında, o ‘insanileşmiş’ düzenin temelinde yatan şiddeti” ifşa etme
çağrıları, hem radikal siyasete hem de politik sanata yayılır.
“Savaşı eve getirmek”, sanatta da siyasette de sık
rastlanan temalardan biri olur.
İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda Batı
ülkelerinde yürürlüğe konan Fordist şehir plancılığı, konut alanları ile
işyerlerinin, boş zaman ve tüketim alanlarının birbirinden
ayrıldığı; iç karartıcı toplu konutların damgasını vurduğu; kentsel
yenileme nedeniyle yoksul kesimlerin yerlerinden edildiği; banliyö ve
gettolarla bölünmüş şehirler yaratmıştır.
Sitüasyonist Enternasyonal üyesi Raoul Vaneigem’in
deyişiyle, toplama kamplarının” kentsel modelleri.
1960’larda büyüyen ve birbiriyle yakın ilişki
içinde olan savaş-karşıtı hareketler, siyah özgürlük hareketi,
karşı-kültür ve yeraltı hareketleri gibi kent merkezli toplumsal
başkaldırılar, bu kentsel kalkınma modeline ve meta ekonomisinin
dayattığı gündelik yaşam ve tüketim biçimlerine karşı bir tepkidir aynı
zamanda.
1965’te Los Angeles’ın siyah gettolarından
birinde yaşanan ve yine televizyonlardan izlenen Watts İsyanı, Fordist
kalkınmanın ve tüketim toplumunun kendi içinde nasıl patlamalara gebe
olduğunu en açık şekilde göstermiştir: Martin Luther King’in “bir ırk
ayaklanması değil, sınıf ayaklanması” olduğunu teslim ettiği isyan, ne medeni
haklar hareketinin ‘medeniyetinden’, ne de Malcolm X öncülüğündeki daha
radikal hareketin disiplininden nasibini almıştır.
Kurumsal solun sözcülerinin, görünürdeki
amaçsızlığı, programsızlığı ve yağmalama olayları nedeniyle sahiplenmekten
imtina edip anlamlandıramadığı bu ‘lidersiz’ isyan, Guy Debord’a göre “gösteri-meta
ekonomisinin çöküşü”nün resmidir: İsyancılar, “modern kapitalist
propagandayı ve reklamı yapılan bolluğu” soyut bir fantezi olmaktan çıkarıp
kelimenin gerçek anlamında hayata geçirmiş, üç gün boyunca dükkânları ve
süpermarketleri yağmalayıp ateşe vererek, meta ekonomisinin mantığını alt
üst etmişlerdir.
Watts İsyanı, ateşe verilmiş tüketim mabetleri ve meta ekonomisini “potlaça” dönüştüren yağma görüntüleriyle, sitüasyonistlerden militan öğrenci hareketlerine, New York ve Amsterdam’daki yeraltı ve karşı-kültür gruplarından Berlin’deki Kommune 1’e, Chicago’daki Weather Underground veya Frankfurt’taki Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) gibi şehir gerillalarına kadar, savaşı türlü doz ve biçimlerde “eve getirme”yi hedefleyen radikal çevrelerin imgelemine nakşolmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder