3 Kasım 2022 Perşembe

ÖZERKLİĞİN ESTETİĞİ - 1

 

1963 yılında Sitüasyonist Enternasyonal, Danimarka’nın Odense kentinde “RSG-6’nın Yok Edilişi” başlıklı bir sergi düzenler.

İsmini, Britanya’da nükleer savaş durumunda hükümet görevlilerinin saklanması için inşa edilen gizli sığınaklardan alan sergide, yeni bir dünya savaşı olasılığı canlandırılmaktadır.

 Galerinin odalarından biri, kesintisiz siren seslerinin yayınlandığı, temsilî cesetlerle ve erzakla dolu bir sığınak replikasıdır.

 Bir diğer odada, Enternasyonal’in Danimarka kolundan J.V. Martin’in, olası üçüncü dünya savaşından sonra dünyanın halini gösteren “termo-nükleer haritalar”ı sergilenir.

 Aynı odanın duvarlarına dünya liderlerinin resimlerinin yerleştirildiği  hedef tahtaları asılmıştır, yandaki tüfeklerle hedefleri gözünden vuran ziyaretçilere sergi kataloğu hediye edilecektir.

 Guy Debord, sergi için yazdığı “Politikada ve Sanatta Yeni Eylem Biçimleri ve Sitüasyonistler” metninde, Britanya’daki gizli sığınakları kamuya ifşa eden Barış Casusları grubunun eylemlerine “selam durmak istedikleri”ni söyler.

 Modern sanatın da, devrimci politikanın da ancak aşılarak canlanabileceğini öne sürdüğü metinde, sitüasyonistler olarak “bütünüyle onayladıkları birkaç hamle”den bahseder: Bunlardan biri, Venezüella’da bir grubun, Fransız sanatı sergisine silahlı saldırı düzenleyerek siyasi mahkûmların salıverilmeleri koşuluyla beş tabloya el koyması; bir diğeri de Danimarka’da bir grup eylemcinin, faşist Franco rejimi altındaki İspanya’ya geziler düzenleyen turizm acentelerine bombalı saldırıda bulunmasıdır.

 Debord için, “kapitalizmin sıkıcı ve rahat bağlamında, o ‘insanileşmiş’ düzenin temelinde yatan şiddetin bazı veçhelerini ifşa eden şiddetleriyle ortaya çıkıveren insanları görmek çok umut verici”dir.

  

Savaşı Eve Getirmek

 , İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hummalı bir yeniden yapılanmanın yaşandığı Batı ülkelerine savaş imgeleri damgasını vurmuştur.

 1962’de, ABD ile SSCB arasında yaşanan Küba Füze Krizi’nin en kritik gelişmesi, dünyanın dört bir yanında naklen televizyondan yayınlanır: Dönemin ABD Başkanı Kennedy, Sovyetler’in Küba’ya yerleştirdiği nükleer başlıklı füzeleri kaldırmaması halinde askerî müdahale gerçekleştirileceğini bildiren ültimatomunu diplomatik yollardan muhataplarına değil, televizyondan yaptığı bir konuşmayla tüm dünyaya duyurur.

 Soğuk Savaş’ın barındırdığı nükleer savaş tehdidinin bu şekilde medyalaşması, ve aynı sıralarda ABD’nin Vietnam’a yoğun müdahalesi, gelişmiş Batı ülkelerinde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan görece refah ve huzurun yanılsamadan ibaret olduğunu gözler önüne serer.

“Sosyalleştirilmiş kapitalizmin sıkıcı ve rahat bağlamında, o ‘insanileşmiş’ düzenin temelinde yatan şiddeti” ifşa etme çağrıları, hem radikal siyasete hem de politik sanata yayılır.

“Savaşı eve getirmek”, sanatta da siyasette de sık rastlanan temalardan biri olur.

 İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda Batı ülkelerinde yürürlüğe konan Fordist şehir plancılığı, konut alanları ile işyerlerinin, boş zaman ve tüketim alanlarının birbirinden ayrıldığı; iç karartıcı toplu konutların damgasını vurduğu; kentsel yenileme nedeniyle yoksul kesimlerin yerlerinden edildiği; banliyö ve gettolarla bölünmüş şehirler yaratmıştır.

Sitüasyonist Enternasyonal üyesi Raoul Vaneigem’in deyişiyle, toplama kamplarının” kentsel modelleri.

 1960’larda büyüyen ve birbiriyle yakın ilişki içinde olan savaş-karşıtı hareketler, siyah özgürlük hareketi, karşı-kültür ve yeraltı hareketleri gibi kent merkezli toplumsal başkaldırılar, bu kentsel kalkınma modeline ve meta ekonomisinin dayattığı gündelik yaşam ve tüketim biçimlerine karşı bir tepkidir aynı zamanda.

 1965’te Los Angeles’ın siyah gettolarından birinde yaşanan ve yine televizyonlardan izlenen Watts İsyanı, Fordist kalkınmanın ve tüketim toplumunun kendi içinde nasıl patlamalara gebe olduğunu en açık şekilde göstermiştir: Martin Luther King’in “bir ırk ayaklanması değil, sınıf ayaklanması” olduğunu teslim ettiği isyan, ne medeni haklar hareketinin ‘medeniyetinden’, ne de Malcolm X öncülüğündeki daha radikal hareketin disiplininden nasibini almıştır.

 Kurumsal solun sözcülerinin, görünürdeki amaçsızlığı, programsızlığı ve yağmalama olayları nedeniyle sahiplenmekten imtina edip anlamlandıramadığı bu ‘lidersiz’ isyan, Guy Debord’a göre “gösteri-meta ekonomisinin çöküşü”nün resmidir: İsyancılar, “modern kapitalist propagandayı ve reklamı yapılan bolluğu” soyut bir fantezi olmaktan çıkarıp kelimenin gerçek anlamında hayata geçirmiş, üç gün boyunca dükkânları ve süpermarketleri yağmalayıp ateşe vererek, meta ekonomisinin mantığını alt üst etmişlerdir.

 Watts İsyanı, ateşe verilmiş tüketim mabetleri ve meta ekonomisini “potlaça” dönüştüren yağma görüntüleriyle, sitüasyonistlerden militan öğrenci hareketlerine, New York ve Amsterdam’daki yeraltı  ve karşı-kültür gruplarından Berlin’deki Kommune 1’e, Chicago’daki Weather Underground veya Frankfurt’taki Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) gibi şehir gerillalarına kadar, savaşı türlü doz ve biçimlerde “eve getirme”yi hedefleyen radikal çevrelerin imgelemine nakşolmuştur. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  KABARENİN DOĞUŞU   Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oy...