RUS AVANGARDI - 1
1917 Devrimi'nin 100. yıldönümü
dolayısıyla düzenlenen Rus avangard sanatıyla ilgili sergiler halâ sürüyor.
Bunlardan biri de 18 Ekim 2018'de Sakıp
Sabancı Müzesi'nde açılan e bu yılın Nisan başına kadar sürecek
olan Rus Avangardı: Sanat ve Tasarımla Geleceği
Düşlemek sergisi.
Geçen yıl açılan sergilerden ikisini
görme fırsatım oldu:
Bologna'daki, REVOLUTIJA a
Chagall a Malevich de Repin a Kandinsky ve Madrid'de Reina
Sofia Müzesi'ndeki Russian Dada 1914-1924.
Bologna'daki sergi Rus sosyal
realist Gezginler grubunun lideri İlya Repin'in dev boyutlardaki 17
Ekim 1905 tablosuyla başlıyor.
Dolayısıyla, 1917'nin habercisi olan
1905 Devrimi zamanındaki realist sanata da gönderiyor.
Zaten, süprematist ve konstrüktivist
eserleri kapsamakla birlikte realist bir estetik egemen sergiye.
Böylece, 19. yüzyıl sonunda Çarlık
akademizmini kırarak yükselen sosyal realizmin, nasıl avangardın 1917-1921
arası iktidarını aşarak Stalin döneminin sosyalist realizmine uzandığını
izliyoruz.
Hep 'yeni'yi takip eden Batı sanat
tarihleri, avangardın egemen olduğu dönemde nasıl olup da realizmin gücünü
sürdürdüğünü pek kaydetmez.
Oysa Bologna sergisinde bu olayı
izleyebiliyoruz.
Gezginler'in 1921'den sonra nasıl
restore edilip dogmalaştırılarak avangardı ezdiğini görüyoruz.
Bu nedenle Bologna sergisinin
katkısı son derecede kritik.
Sergi ayrıca, dönemin fabrikalarını,
törenlerini, kentlerini ve değişik toplumsal hayat manzaralarını
belgeleyen dev fotoğraflar da içeriyor.
Bunlar sergideki resimlere gayet
zengin bir sosyal-siyasal fon oluşturuyor.
Madrid'deki serginin, Rus
avangardının Dada ile olan bağlantıları üzerine olduğu belirtiliyor.
Ama ne yazık ki Rus avangardını Dada
hareketiyle özdeşleştiren bir yola sapıyor.
Dada'nın kuruluşu
genellikle 1916'da
Zürih'te Cabaret Voltaire'de yapılan bir gösteriye dayandırılır.
Onun için, 2016'da Dada'nın 100.
Yıldönümü dolayısıyla her yerde gayet tantanalı bir sergi ve yayın dalgası
yaşandı.
Bu sırada Dada'nın sınırları
esnekleştirildikçe esnekleştirildi ve sonunda sanki Dada avangardın
tamamını içeriyormuş gibi bir atmosfer yaratıldı.
Madrid'deki sergi de bu atmosferden
fazlasıyla etkilenmiş olmalı ki, Rus avangardını ayırt eden ve gayet geniş
bir coğrafyada bütün bir 20. yüzyıla mal olan büyük devrimleri siliyor.
Bu devrimler arasında neler yok
ki:
Proletkült gibi bütün hayatı şiirleştirmeyi amaçlayan
ütopik eğitim atılımları; müzeleri ve akademiyi dönüştüren deneysel
laboratuvarlar; bu laboratuvarların yarattığı ve giderek bütün konstrüktivist hareketleri,
Bauhaus'u, buralardan çıkarak da baştan aşağı tasarım evrenini
etkileyen birikim; süprematizm ve Kandinski'yle uyanan ve derin bir form
felsefesi oluşturan soyut dalga (örneğin Maleviç'in "kızıl morfolojisi");
Tatlin'in Üçüncü Enternasyonal Anıtı gibi mimarlık
arayışlarıyla, fabrika düdükleriyle senfoni bestelemeye ve bütün bir kenti sahneye
çevirmeye kadar varan tiyatro olaylarıyla, Vertov ve Eyzenşteyn
sinemalarıyla, mimarlık, tiyatro ve sinema sanatlarını dönüştüren kırılmalar...
İşte bütün bunlar, Rus bir Dada icat
etmeye yönelik indirgemeci bir tarih fantezisine feda ediliyor.
Üstelik bu indirgemeden Dada da
nasibini alıyor ve Tzara, Duchamp, Picabia çevresine sıkıştırılıyor.
Asıl kurucular olan Hugo Ball'dan,
Richard Huelsenbeck'ten ve onların Dada'nın kaynağına yerleştirdiği Alman
romantik felsefesinden ve Nietzsche'den eser yok.
Peki, nasıl açıklanıyor bu Rus
avangardıyla Dada arasındaki özdeşleşme?
Her ikisinin de akademizme, sanat
müessesesine, savaşa, burjuvaziye karşı olmalarıyla; kozmopolit,
enternasyonalist olmalarıyla.
Ama o zaman Baudelaire'den beri
bütün modernizmi ve avangardı aynı kaba koymak gerekir.
İstanbul'daki sergi diğer Rus
avangardı sergilerinden oldukça farklı.
Bir kere daha kapsamlı.
Hem eserler hem sanatçılar hem de
sergilediği yıllar ve değişik sanat dalları yönünden ötekilerden çok daha
kapsamlı.
Üç müzeden 513 eseri derliyor.
20. yüzyılın başından ortasına kadar
uzanıyor.
Rodçenko'nun ta 1944 tarihli bir
soyutlamasına rastlıyoruz örneğin.
Devrim döneminden fotomontajlarıyla
tanıdığımız Rodçenko'nun ondan hiç ummayacağımız Antirealizm başlıklı
bu görülmemiş eseri,
iki dünya savaşı arasındaki dönemin
totaliter rejimlerinin realizmine harika bir protesto sanki.
Sergide en çok eseri olan sanatçı
sanırım İvan Kliun.
1900'lerde Maleviç, Tatlin ve
diğerleriyle birlikte üye olduğu Gençlik Birliği döneminden başlayan ve
basit realist resimlerinden sert fütürist işlere, süprematizme, en etkin
avangard laboratuvarlardan VKhUTEMAS'taki konstrüktivist deneylere, oradan
soyut kompozisyonlara...
1933'e kadar uzanan onlarca eseri
dönemin bir özeti gibi.
Genellikle es geçilmesi yüzünden
Kliun'un bu sergideki eserleri keşif niteliğinde.
Zaten bu serginin aynı konudaki
diğer sergilere göre zenginliği bence bu.
Ne tarih kitaplarından ne
sergilerden/kataloglardan bildiğimiz bir hazineyle karşılaşıyoruz.
Bunların çoğu, daha gösterişli
sayıldıklarından büyük, yağlıboya tuallere ağırlık verilen sergilerde
göremediğimiz küçücük kurşun kalem, suluboya işler.
Ama özellikle Rus avangardı söz
konusu olduğunda bunlar bence daha bir önem arz ediyorlar.
Çünkü Devrim'in sanatçıları için
önemli olan, deney.
Farklı teknikler ve ölçüler arasında
estetik bakımdan bir değer farkı yok.
Hatta denebilir ki bunlar daha bir
'mahrem', daha bir doğaçlama hakiki.
Zaten sanatçılar eserlerinin korunmasına
pek önem vermiyorlar.
Onlar laboratuvarlara
dönüştürdükleri müzeye de, piyasaya da düşman.
Sanatları hakikaten hayatları;
ürünleri değil.
Onun için kendileri küçük olan pek
çok iş, anlamlandırdıklarıyla 'büyük' olabiliyor.
Kâğıt üzerine küçük boyutlu işlerin
yanı sıra Letatlin'in tam ölçekli rekonstrüksiyonuyla da
karşılaşıyoruz.
Tatlin'in, kendi yetiştirdiği böceklerin
rüzgâra verdiği tepkiyi inceleyerek tasarladığı bu büyüsel planör (kendisi
"makine" diyor) onun konstrüktivizm ve sanat felsefesini ifade
ediyor: "Makinem hayat ilkesi üzerine, organik formlar üzerine inşa
edilmiştir.
Bu formların gözlemlenmesi
sırasında, en estetik formların en ekonomik formlar olduğuna karar verdim.
Sanat maddenin formasyonu üzerine
çalışmaktır."
Tatlin'in "form ekonomisi"
ile ilgili ilkesini, Bauhaus'la başlayan tasarım hareketinde görmüyor
muyuz?
Mies'in, Adolf Loos'un, Le Cobusier'nin
mimarlığında ve giderek bütün mimari modernizmde izlemiyor muyuz?
Letatlin'in ve Rodçenko'nun
konstrüksiyonunun asılı olduğu bölüm sadece bu eserlerin
rekonstrüksiyonlarını sergilemekle kalmıyor, sanki Genç Sanatçılar Birliği'nin
1921 sergisinin rekonstrüksiyonunu da sunuyor.
Aynı zamanda bir avangard
laboratuvar atmosferi canlandırıyor.
Tatlin'in Üçüncü Komünist
Enternasyonal Anıtı'nı (1920) tasarlandığı ölçekte ve mahalde canlandıran
Nagakura'nın filmini izlemek de heyecan verici.
Nasıl "evrenin merkezi"
olarak ilan edilen Eyfel Kulesiyle yarıştığını görüyoruz.
Tatlin "Anıtım çağın bir
simgesidir," diyor; "Onda sanatsal ve yararlı formları
birleştirerek, sanat ile hayat arasında bir çeşit sentez
yarattım."
Mayakovski, Tatlin Kulesi'ni
"Ekim Devrimi'nin ilk nesnesi" olarak tanımlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder