3 Kasım 2022 Perşembe

  RUS AVANGARDI - 1

 

 1917 Devrimi'nin 100. yıldönümü dolayısıyla düzenlenen Rus avangard sanatıyla ilgili sergiler halâ sürüyor.

Bunlardan biri de 18 Ekim 2018'de Sakıp Sabancı Müzesi'nde açılan  e bu yılın Nisan başına kadar sürecek olan Rus Avangardı:  Sanat ve Tasarımla Geleceği Düşlemek sergisi.

 Geçen yıl açılan sergilerden ikisini görme fırsatım oldu:

 Bologna'daki, REVOLUTIJA a Chagall a  Malevich de Repin a Kandinsky ve Madrid'de Reina Sofia Müzesi'ndeki Russian Dada 1914-1924.

 Bologna'daki sergi Rus sosyal realist Gezginler grubunun lideri İlya Repin'in dev boyutlardaki 17 Ekim 1905 tablosuyla başlıyor.

 Dolayısıyla, 1917'nin habercisi olan 1905 Devrimi zamanındaki realist sanata da gönderiyor.

 Zaten, süprematist ve konstrüktivist eserleri kapsamakla birlikte  realist bir estetik egemen sergiye.

 Böylece, 19. yüzyıl sonunda Çarlık akademizmini kırarak yükselen sosyal realizmin, nasıl avangardın 1917-1921 arası iktidarını aşarak Stalin döneminin sosyalist realizmine uzandığını izliyoruz.

 Hep 'yeni'yi takip eden Batı sanat tarihleri, avangardın egemen olduğu dönemde nasıl olup da realizmin gücünü sürdürdüğünü pek kaydetmez.

 Oysa Bologna sergisinde bu olayı izleyebiliyoruz.

 Gezginler'in 1921'den sonra nasıl restore edilip dogmalaştırılarak avangardı ezdiğini görüyoruz.

 Bu nedenle Bologna sergisinin katkısı son derecede kritik.

 Sergi ayrıca, dönemin fabrikalarını, törenlerini, kentlerini   ve değişik toplumsal hayat manzaralarını belgeleyen dev fotoğraflar da içeriyor.

 Bunlar sergideki resimlere gayet zengin bir sosyal-siyasal fon oluşturuyor.

 Madrid'deki serginin, Rus avangardının Dada ile olan bağlantıları üzerine olduğu belirtiliyor.

 Ama ne yazık ki Rus avangardını Dada hareketiyle özdeşleştiren bir yola sapıyor.

  Dada'nın kuruluşu genellikle 1916'da Zürih'te Cabaret Voltaire'de  yapılan bir gösteriye dayandırılır.

 Onun için, 2016'da Dada'nın 100. Yıldönümü dolayısıyla her yerde gayet tantanalı bir sergi ve yayın dalgası yaşandı.

  Bu sırada Dada'nın sınırları esnekleştirildikçe esnekleştirildi ve sonunda  sanki Dada avangardın tamamını içeriyormuş gibi bir atmosfer yaratıldı.

 Madrid'deki sergi de bu atmosferden fazlasıyla etkilenmiş olmalı ki, Rus avangardını ayırt eden ve gayet geniş bir coğrafyada bütün bir 20. yüzyıla mal olan büyük devrimleri siliyor.

 Bu devrimler arasında neler yok ki: 

 Proletkült gibi bütün hayatı şiirleştirmeyi amaçlayan ütopik eğitim atılımları; müzeleri ve akademiyi dönüştüren deneysel laboratuvarlar; bu laboratuvarların yarattığı ve giderek bütün konstrüktivist hareketleri,                         

Bauhaus'u, buralardan çıkarak da baştan aşağı tasarım evrenini etkileyen birikim; süprematizm ve Kandinski'yle uyanan ve derin bir form felsefesi oluşturan soyut dalga (örneğin Maleviç'in "kızıl morfolojisi"); Tatlin'in Üçüncü Enternasyonal Anıtı gibi  mimarlık arayışlarıyla, fabrika düdükleriyle  senfoni bestelemeye ve bütün bir kenti sahneye çevirmeye kadar varan tiyatro olaylarıyla, Vertov ve Eyzenşteyn sinemalarıyla, mimarlık, tiyatro ve sinema sanatlarını dönüştüren kırılmalar...

 İşte bütün bunlar, Rus bir Dada icat etmeye yönelik  indirgemeci bir tarih fantezisine feda ediliyor.

 Üstelik bu indirgemeden Dada da nasibini alıyor ve Tzara, Duchamp, Picabia çevresine sıkıştırılıyor.

 Asıl kurucular olan Hugo Ball'dan, Richard Huelsenbeck'ten ve onların Dada'nın kaynağına yerleştirdiği Alman romantik felsefesinden ve Nietzsche'den eser yok.

 Peki, nasıl açıklanıyor bu Rus avangardıyla Dada arasındaki özdeşleşme?

 Her ikisinin de akademizme, sanat müessesesine, savaşa, burjuvaziye karşı olmalarıyla; kozmopolit, enternasyonalist olmalarıyla.

 Ama o zaman Baudelaire'den beri bütün modernizmi ve avangardı  aynı kaba koymak gerekir.

 İstanbul'daki sergi diğer Rus avangardı sergilerinden oldukça farklı.

Bir kere daha kapsamlı.

 Hem eserler hem sanatçılar hem de sergilediği yıllar ve değişik sanat dalları yönünden ötekilerden çok daha kapsamlı.

 Üç müzeden 513 eseri derliyor.

 20. yüzyılın başından ortasına kadar uzanıyor.

 Rodçenko'nun ta 1944 tarihli bir soyutlamasına rastlıyoruz örneğin.

 Devrim döneminden fotomontajlarıyla tanıdığımız Rodçenko'nun ondan hiç ummayacağımız Antirealizm başlıklı bu görülmemiş eseri,

 iki dünya savaşı arasındaki dönemin totaliter rejimlerinin realizmine harika bir protesto sanki.

 Sergide en çok eseri olan sanatçı sanırım İvan Kliun.

 1900'lerde Maleviç, Tatlin ve diğerleriyle birlikte üye olduğu Gençlik Birliği döneminden başlayan ve basit realist resimlerinden sert fütürist işlere, süprematizme, en etkin avangard laboratuvarlardan VKhUTEMAS'taki konstrüktivist deneylere, oradan soyut kompozisyonlara...

 1933'e kadar uzanan onlarca eseri dönemin bir özeti gibi.

 Genellikle es geçilmesi yüzünden Kliun'un bu sergideki eserleri keşif niteliğinde.

 Zaten bu serginin aynı konudaki diğer sergilere göre zenginliği bence bu.

 Ne tarih kitaplarından ne sergilerden/kataloglardan bildiğimiz bir hazineyle karşılaşıyoruz.

 Bunların çoğu, daha gösterişli sayıldıklarından büyük, yağlıboya tuallere ağırlık verilen sergilerde göremediğimiz küçücük kurşun kalem, suluboya işler.

 Ama özellikle Rus avangardı söz konusu olduğunda bunlar bence daha bir önem arz ediyorlar.

 Çünkü Devrim'in sanatçıları için önemli olan, deney.

 Farklı teknikler ve ölçüler arasında estetik bakımdan bir değer farkı yok.

 Hatta denebilir ki bunlar daha bir 'mahrem', daha bir doğaçlama hakiki.

 Zaten sanatçılar eserlerinin korunmasına pek önem vermiyorlar.

 Onlar laboratuvarlara dönüştürdükleri müzeye de, piyasaya da düşman.

 Sanatları hakikaten hayatları; ürünleri değil.

 Onun için kendileri küçük olan pek çok iş, anlamlandırdıklarıyla 'büyük' olabiliyor.

 Kâğıt üzerine küçük boyutlu işlerin yanı sıra Letatlin'in tam ölçekli rekonstrüksiyonuyla da karşılaşıyoruz.

Tatlin'in, kendi yetiştirdiği böceklerin rüzgâra verdiği tepkiyi inceleyerek tasarladığı bu büyüsel planör (kendisi "makine" diyor) onun konstrüktivizm ve sanat felsefesini ifade ediyor: "Makinem hayat ilkesi üzerine, organik formlar üzerine inşa edilmiştir.

 Bu formların gözlemlenmesi sırasında, en estetik formların en ekonomik formlar olduğuna karar verdim.

 Sanat maddenin formasyonu üzerine çalışmaktır." 

 Tatlin'in "form ekonomisi" ile ilgili ilkesini, Bauhaus'la başlayan tasarım hareketinde görmüyor muyuz?

Mies'in, Adolf Loos'un, Le Cobusier'nin mimarlığında ve giderek bütün mimari modernizmde izlemiyor muyuz?

 Letatlin'in ve Rodçenko'nun konstrüksiyonunun asılı olduğu bölüm  sadece bu eserlerin rekonstrüksiyonlarını sergilemekle kalmıyor, sanki Genç Sanatçılar Birliği'nin 1921 sergisinin rekonstrüksiyonunu da sunuyor.

 Aynı zamanda bir avangard laboratuvar atmosferi canlandırıyor.

 Tatlin'in Üçüncü Komünist Enternasyonal Anıtı'nı (1920) tasarlandığı ölçekte ve mahalde canlandıran Nagakura'nın filmini izlemek de heyecan verici.

 Nasıl "evrenin merkezi" olarak ilan edilen Eyfel Kulesiyle yarıştığını görüyoruz.

 Tatlin "Anıtım çağın bir simgesidir," diyor; "Onda sanatsal ve yararlı formları birleştirerek,  sanat ile hayat arasında bir çeşit sentez yarattım."

 Mayakovski, Tatlin Kulesi'ni "Ekim Devrimi'nin ilk nesnesi" olarak tanımlıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  KABARENİN DOĞUŞU   Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oy...