2 Aralık 2022 Cuma

  SİTÜASYONİSTLER - 2

 

[...] Biz bütünleşmiş bir sanat ve politika vizyonundan bahsettiğimizde, hiçbir şekilde sanatın politikaya tabi olmasını önermiyoruz.

Bizler için, ya da bu çağı yanılgıdan arınmış bir bakışla görmeye başlayan hiç kimse için, 1930'ların sonundan bu yana artık hiçbir yerde modern sanat yoktur, aynı şekilde hiçbir yerde daha ileri aşamada bir devrimci politika oluşumu da yoktur.

 Modern sanatın da devrimci politikanın da günümüzdeki canlanışı, ancak onların aşılması biçiminde olabilir, ki bu da onların en temel hedeflerinin gerçekleşmesi demektir.

 Sitüasyonistlerin sözünü ettikleri yeni karşılaşma her yerde karşımıza çıkmaktadır bugün.

 Mevcut güçlerin düzenlediği, iletişimsizliğin ve yalıtılmışlığın damgasını taşıyan dev mekânlarda, bir ülkeden ötekine, bir kıtadan diğerine, yeni skandal türleri aracılığıyla belirtiler su yüzüne çıkıyor: etkileşimler çoktan başladı.

 Nerede olursa olsun avangardın görevi, bu deneyimleri ve bu insanları biraraya getirmektir, yani hem bu tür grupları birleştirmek, hem de projelerine bütünlüklü bir temel oluşturmak.

 Gelecekteki devrimci çağın bu ilk hamlelerinin gelişimine ortam hazırlamalı, onları açıklamalı ve tanıtmalıyız.

Bunlar, yeni mücadele biçimlerini ve yeni –açık ya da örtük–  bir içeriği bünyelerinde toplamalarıyla ayırt ediliyorlar:  bu içerik, mevcut dünyanın eleştirisi.

 yönündeki sürekli çabalarıyla övünen hâkim toplum muhatabını bulacaktır artık, çünkü nihayet modernleşmiş bir olumsuzlama üretmiştir.

 Biz, bizi anlamaktan aciz hırslı entelektüellerin ya da sanatçıların sitüasyonist harekete karışmalarını engellemek için ne gerekiyorsa yaptık; en son örneği Nashist “sitüasyonizm” olan çeşitli tahrifleri reddedip açıkça itham etmek konusunda da son derece kararlı davrandık; bu yeni radikal hamlelerin sahiplerini sitüasyonist olarak kabul etmekte, onları desteklemekte ve asla reddetmemekte de aynı kararlılığı gösteriyoruz, her ne kadar bu hamlelerin çoğu bugünün devrimci programının bütünlüğünün tamamen bilincinde olmayıp sadece bu genel yönde ilerliyor olsa bile.

 Burada, bütünüyle onayladığımız birkaç hamle üzerinde duracağız sadece.

 16 Ocak'ta Caracas'ta düzenlenen Fransız sanatı sergisine saldırı düzenleyen silahlı bir grup öğrenci, sergiden aldıkları beş tabloyu, siyasi mahkûmların salıverilmeleri koşuluyla iade edeceklerini açıkladılar.

 Güvenlik güçleri, Winston Bermudes, Louis Monselve ve Gladys Troconis'le giriştikleri silahlı çatışma sonucunda tabloları geri aldılar.

 Birkaç gün sonra, başka yoldaşlar söz konusu tabloları taşıyan polis kamyonuna bombalı saldırıda bulundu, ne yazık ki kamyon zarar görmedi.

 İşte geçmişin sanatına nasıl muamele edileceğini, hayatta gerçekten önemli olan şeyler uğruna nasıl yeniden oyuna dahil edileceklerini gösteren örnek bir olay.

 Gauguin'in (“her şeye cüret etme hakkını yerleştirmeye çalıştım”)  ve van Gogh'un ölümünden bu yana, düşmanları tarafından ele geçirilen yapıtlarının kültür dünyasından gördükleri ruhlarına uygun yegâne karşılık, muhtemelen Venezüellalıların eylemi olmuştur.

 1849'daki Dresden ayaklanması sırasında, Bakunin tabloların müzeden çıkarılmasını ve düşman saldırılarını önleyip önleyemeyeceğini görmek için kentin girişindeki barikatlara konulmasını önermişti (başarılı olamadı, o ayrı).

 İşte Caracas’taki çatışmanın, devrimci isyanın son yüzyıldaki en ateşli anlarından biriyle arasında nasıl bir bağ olduğunu,  hatta onun ötesine nasıl geçtiğini görüyoruz.

Son haftalarda, İspanya'ya turistik geziler düzenleyen acentelere karşı yangın bombalarıyla saldırıda bulunan ya da nükleer silahlanmanın tehlikelerine karşı uyaran korsan radyo yayınları düzenleyen Danimarkalı yoldaşların eylemlerini de aynı derecede heyecan verici buluyoruz.

İskandinav ülkelerindeki “sosyalleştirilmiş” kapitalizmin sıkıcı  ve rahat bağlamında, o “insanileşmiş” düzenin temelinde yatan şiddetin bazı veçhelerini ifşa eden şiddetleriyle ortaya insanları görmek çok umut verici: Örneğin bu düzenin iletişim tekelini ya da turizm veya eğlence sektöründe örgütlenmiş yabancılaşma görünümlerini ifşa ediyorlar.

 Bu rahatlığın yol açtığı can sıkıntısının kabullenilmesi gereken  başka bir yüzü daha vardır: Bu huzur yalnızca yaşamın kendisi olmamakla kalmaz, atomik ölüm tehdidine dayalıdır aynı zamanda; organize turizm yalnızca gezilen ülkeleri gizleyen sefil bir gösteri  olmakla kalmaz, bu şekilde nötr bir gösteriye dönüştürülen ülkenin gerçeği, Franco rejiminin polisidir.

 Nihayet, geçtiğimiz Nisan ayında “Altıncı Bölge’deki” sığınakların yerini ve planlarını ifşa eden İngiliz yoldaşların eyleminin, toprağın düzenlenmesinde ve otoritenin totaliter işleyişinin kurulup yerleşmesinde devlet gücünün vardığı aşamayı göstermesi bakımından büyük değeri vardır.

 Yalnızca savaş açısından yorumlanacak bir olgu değil bu.

 Şu anda, termonükleer bir savaş tehlikesinin her an her yerdeki varlığı, Doğu'da ve Batı'da, kitleleri baskı altında tutmaya, iktidar sığınakları yaratmaya hizmet eder.

 Yönetici sınıfların iktidarını, maddi ve psikolojik yönden güçlendirmeyi amaçlamaktadır.

 Yüzeyde, modern kentçilikten geriye kalan her şey aynı amaca hizmet etmektedir, başka bir şeye değil.

 1962'nin Nisan ayında yayınlanan sitüasyonist derginin yedinci sayısında, bir yıl önce  ABD’de kurulan kişisel sığınakları konu alan yazıda şöyle denilmekteydi:

“Her dolandırıcılıkta olduğu gibi, koruma sadece bir bahanedir.

 Sığınakların gerçek amacı, insanların uysallıklarını ölçmek ve böylece aynı zamanda pekiştirmek, bu uysallığı toplumdaki hâkim sınıfın yararına manipüle etmektir.

Gelişmiş toplumda, tüketime yönelik yeni bir gıdanın piyasaya sürülmesi gibidir bu koruma çabası, daha önceki ürünlerin hiçbirine yer bırakmaz artık.

 İnsanları son derece yapay ihtiyaçlar duymaya sevk etmek için, onları daha fazla çalışmaya yönlendirir; kuşkusuz, böyle bir çalışma sonucunda da karşılanmaya gerek duyulmayan ihtiyaçlar kalacaktır geriye.

 Büyük toplu konut’lar içinde biçimlenmiş olan yeni habitat, sığınakların mimarisinden tam olarak ayrılmış değildir;  o mimarinin yalnızca daha alt düzeydeki bir örneğidir.

 Dünyanın yüzeyinin bu şekilde toplama kampı modeli temelinde örgütlenişi, gelişmekte olan bir toplum açısından olağandır.

Yeraltında kalan bölümler, o toplumun marazi fazlalığını temsil eder.

 Bu hastalık, yüzeydeki ‘sağlığın’ gerçek yüzünü ortaya çıkarır.”

 İngilizler bu hastalığın incelenmesine ciddi bir katkıda bulundular; böylece “normal” toplum incelemelerine de katkıda bulundular.

 Söz konusu incelemenin kendisi, “ihanet” adı altındaki eski ulusal tabuları ihlal etmekten sakınmayan, iktidarın rahatça işlemesi açısından hayati önem taşıyan gizliliği delen bir mücadelenin ayrılmaz parçasıdır; böylece modern toplumda “enformasyon” enflasyonunun kalın perdesi ardına saklanan pek çok meseleyi gün yüzüne çıkarır.

 Polisin çabalarına ve çok sayıda tutuklamaya karşın, sabotaj eylemi daha da genişletilerek taşradaki gizli karargâhlara baskın düzenlendi (direnmelerine rağmen bazı görevlilerin fotoğrafı çekildi), Britanya güvenlik merkezlerine ait kırk telefon hattının çok gizli numaralarının sürekli çevrilmesi sonucu hatlar kilitlendi.

 Toplumsal mekânın hâkim örgütlenişine karşı girişilmiş bu ilk saldırıya selam durmak istedik ve Danimarka'da düzenlediğimiz “RSG-6'nın Yok Edilişi” sergisiyle onu genişlettik.

 Böylece, bu tür mücadeleyi uluslararası ölçeğe taşımanın yanı sıra, aynı küresel mücadelenin bir başka cephesine, sanatsal yaratım alanına da uzatabileceğimizi düşündük.

Burada, sitüasyonist hareket olarak da adlandırılması mümkün olan kültürel yaratım etkinliği, birleştirici kentçilik projeleriyle ya da hayatta sitüasyonların kurulmasıyla başlar ve bu yolda yapılanlar, günümüz toplumunda devrimci olanaklar bütünlüğünü gerçekleştirmeye adanmış hareketin tarihinden ayrı tutulamaz.

 Bununla beraber, kısa vadede, eleştirel sanat, sinemadan resme kültürel ifadenin mevcut araçları içinde gerçekleştirilebilir, her ne kadar nihai aşamada tüm bu sanatsal çerçeveyi yıkmak istiyor olsak da.

Sitüasyonistlerin, détournement kuramıyla özetledikleri de budur.

 İçeriği bakımından eleştirel olan bu tür sanat, bizatihi formu bakımından kendini de eleştiriye tabi tutmak zorundadır.

  Böyle bir iş, yerleşik iletişim yöntemlerinin uzmanlaşmış alanı içerisindeki sınırların farkında olan, “şimdi kendi eleştirisini de bünyesinde barındıran” bir iletişim türü olacaktır.

 “RSG-6” için, insanı düşünmeye kışkırtan bir ortam olarak önce bir atom bombası barınağı atmosferi hazırladık.

 Bundan sonra, böylesi bir ihtiyaç türünün kuvvetle olumsuzlanmasını sahneleyen bir bölgeyle karşılaşılıyor.

 Burada eleştirel bir biçimde kullanılan sanat aracı, resimdir.

Dada hareketiyle doruk noktasına ulaşan modern sanatın devrimci işlevi, dilden eyleme sanattaki bütün uzlaşımları ortadan kaldırmak oldu.

 Gelgelelim, sanatta ve felsefede yok edilenler henüz somut biçimde gazetelerden ve kiliselerden temizlenemediği için, ve silahların eleştirisi o dönemde eleştiri silahlarında gerekleşen ilerlemeleri takip etmediği için, dadaizmin kendisi, kabul görüp onaylanan bir kültürel stil olmanın ötesine geçemedi.

 Hatta Dada formu, 1920’den önce icat edilmiş stili ele geçirip kariyer yapan ve her ayrıntıyı muazzam ölçüde abartarak sömüren neo-dadaistlerin elinde gerici bir reklam aracına dönüştü ve mevcut dünyanın kabul edilip bezenmesine hizmet etti.

 Bununla beraber, modern sanatın içerdiği olumsuz hakikat, onu kuşatan toplumun haklı çıkmış bir olumsuzlaması olmuştur her zaman.

1937'de Paris'te, dönemin Nazi elçisi Otto Abetz Guernica tablosu önünde Picasso'ya “Bunu siz mi yaptınız?” diye sorduğunda,  Picasso çok doğru biçimde şöyle yanıtlamıştı: “Hayır. Siz yaptınız.”

Birinci Dünya Savaşı’nın korkunç sonuçlarının ardından şiirde ve modern sanatta çok yaygın olan olumsuzlama ve kara mizah, halen içinde yaşadığımız üçüncü savaş gösterisi bağlamında yeniden  canlandırılmayı kesinlikle hak ediyor.

 Neo-dadacıların Marcel Duchamp'ın plastik sanatları reddetme yönündeki ilk tavrını (estetik) olumlulukla yüklemekten bahsetmelerine karşın, biz çok iyi biliyoruz ki, bugün dünyanın bize olumlu olarak sunduğu her şey, sadece, günümüzde kabul gören ifade biçimlerinin olumsuzluğunu sonsuzca yeniden doldurmaya yarar, ve bu yolla içinde yaşadığımız dönemin yegâne temsilî sanatını oluşturur.

  Sitüasyonistler biliyorlar ki, gerçek olumluluk başka bir yerden gelecektir ve şu aşamada olumsuzluk onu ortaya çıkarmaya katkıda bulunacaktır.

 Her türlü resimsel saplantının ötesinde, ve umarız (uzun süredir miadını doldurmuş olduğu halde biçimsel inceliğinden ötürü üzerimizde etkili olan) bir plastik güzellik formuna itaat etmeye çağıran her şeyin ötesinde, burada çok açık birkaç noktanın altını çizmiş bulunmaktayız.

 Boş tuvaller üzerine yazılan “talimatlar” ya da détourne edilmiş soyut resimler, duvarlara yazılmış sloganlar olarak anlaşılmalıdır.

 Kimi tablolara verilen siyasi bildiri biçimindeki isimler de aynı alaycılık duygusunu taşıyor ve şu an gözde olan, kendini dile getirilemez “saf işaretler”in resmine dayandırmaya çalışan akademizme gönderme yapıyor.

 “Termonükleer haritalar”, resimde “yeni figürasyon” doğrultusunda tanık olduğumuz her türlü hummalı çabanın ötesindedir.

Çünkü action painting’in en özgürleşmiş yöntemlerini, gelecek dünya savaşının farklı saatlerinde dünyanın çeşitli bölgelerini mükemmel bir realizmle temsil etme iddiasında bulunabilecek bir imgeyle birleştirirler.

Benzer şekilde ultramodern bir rastlantısallık ile Horace Vernet tarzı titiz bir realizmi birleştiren “Zafer Serisi”, savaş resmi geleneğini canlandırıyor.

  [...] Burada hedeflenen ters çevirme, geçmiş tarihi düzeltiyor, onu daha iyi, daha devrimci ve hiç olmadığı kadar başarılı yapıyor.

 “Zaferler”, Lautréamont’un büyük bir yüreklilikle her türlü badireye ve altında yatan mantığa meydan okuduğu o mutlak-iyimser détournement’ı sürdürüyor: “Kötülüğün varlığını kabul etmiyorum.

  İnsan mükemmeldir.

 Ruh düşmez.

 İlerleme vakidir. …

 Şimdiye kadar bedbahtlık, hep dehşeti ve acımayı kışkırtsın diye betimlenmiştir.

 Ben bunların karşıtını uyandırmak için, mutluluğu betimleyeceğim.

Dostlarım ölmedikçe, ölümden dem vurmayacağım.”

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  KABARENİN DOĞUŞU   Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oy...