RUS AVANGARDI - 2
Romantikler, farklı sanatlar arasındaki
sınırların kalktığı, bütün sanatların birleştiği bir "bütünsel sanat
eseri", gesamtkunstwerk, hayal ederler.
Bu ideal bütün avagard hareketleri
etkisi altına alır.
Genellikle mimarlıkla
bağdaştırılan gesamtkunstwerk'in en yetkin temsili Rus avangardına
göre tiyatrodur.
Şiir, müzik, mimarlık, resim,
heykel, dans tiyatro oyununda birleşir.
Tatlin'in ilk sergilenen işleri, Moskova
Edebiyat Çevresi'nin sahnelediği İmparator Maksimilyan ve Oğlu
Adolf için tasarladığı kostümlerdir
Maleviç'in süprematist işlerinin ilk
örnekleri de Güneşin Zaptı operası için tasarladığı üç arka
perdeyle, on iki kostümdür .
Tiyatro sanatını baştan aşağı
değiştiren Güneşin Zaptı’nın en önemli buluşlarından biri
de zaum.
Zaum, kullanılmakta olan dili,
onun arkasındaki nedenselliği altüst eden, tamamıyla şansa ve sezgiye
dayalı 'otomotik' bir dil.
Otomatik yazıyı ve deseni ortaya
atan sürrealist manifestonun yayınlanmasına daha on iki yıl var.
Rus Avangardı sergisi
bize bu operayı izleme fırsatı da sunuyor.
Ayrıca sergi, Meyerhold'un
yönettiği Gönüllü Aldatılan Koca oyununda kullanılan, Popova ile
Rodçenko'nun tasarladığı konstrüksiyonun (makinanın) modeliyle, Popova'nın
dekor ve grafiklerini de sunuyor.
Meyerhold ve Popova'nın tiyatro
tasavvurları sınır tanımaz.
Enternasyonal'in üçüncü kongresi dolayısıyla
binlerce oyuncunun katıldığı bir kent koreografisi tasarlarlar.
Böylece kapitalizmin kalesi olan bir
kenti terk eden kitlelerin, geleceğin şeffaf kentine ilerlediğini hayal
ederler.
Meyerhold'un Tatlin'le birlikte
bütün Petrograd'ı bir tiyatro setine çevirdiği başka bir gösteride de,
fabrika sirenleriyle bir senfoni icra edilir .
Konserin gözetimini "sokakları
fırçaya, meydanları palete dönüştüren" Mayakovski üstlenir.
Sergi bize, tiyatronun
avangardlarının yanı sıra sinemanın da bir büyük devrimcisini
sunuyor: "Film Hakikati"'nin (Kino-Pravda) yaratıcısı Vertov.
Vertov'un amacı, tiyatronun ve
edebiyatın etkilerinden tamamıyla arındırılmış bir sinema dili yaratmaktı.
Sinemayı anlatıdan ve dramadan
temizleyerek, röportaj esprisinde, olduğu gibi hayata" yönelik bir
sinema yapmaktı.
Ona göre birbirine montajlanan hayat
fragmanlarının sunduğu derin hakikat, çıplak gözle görülemezdi.
Vertov, 20.yüzyılda avangard sinema
arayışlarının kaynağı haline geldi.
1960'larda Fransa'da ortaya
çıkan cinéma vérite Kino-pravda'dan türedi.
İngiltere'de, Amerika'da ve
Kanada'da 1950'lerde gelişen Özgür Sinema hareketi, Vertov'dan etkilendi.
Sitüasyonizmin lideri Guy Debord,
sinemasını onun kuramı üzerine kurdu...
Rus Avangardı sergisinde,
konstrüktivistlerin yoğunlaştıkları ajitasyon-propaganda sanatına ait
tasarımlar da yer alıyor.
Bunların bir bölümü grafik
tasarımlar, diğer bölümü mimari denebilecek tasarımlar: kaideler, sehpalar,
kürsüler vb.
Bu sonuncular, konstrüktivist mimarlığın
çizgilerini ifade etmesi yönünden de önemli.
Mimarlık grafik sanatını da temsil
ediyor.
Ajit-prop yapıları, aynı mahiyette grafik
tasarımlar tamamlıyor.
Sloganlar her yerde, sadece
afişlerde değil, yapıların üzerinde, tiyatro dekorlarında, müze sergilerinde,
hatta projeksiyon marifetiyle gökyüzünde, bulutlarda.
Grafik eserler arasında Popova'nın
dergi kapakları ve sloganları öne çıkıyor.
Popova, Kliun ve Klutsis’le birlikte
serginin en çok eserle temsil edilen sanatçısı.
Ötekilerin yanı sıra dokuma tasarımları da
var.
Zaten nelerle uğraşmamış ki Popova:
Operalar, Paris'te Diyagilev'le birlikte baleler, dokumalar, propaganda
grafikleri, tualler, desenler, mimarlık projeleri , ayrıca
Proletkült'te hocalık...
Bu bize Devrim ertesinde
sanatçıların, farklı sanatları ne kadar bütünsel bir olay olarak
kavradıklarını gösteriyor.
Rus avangardında kadın sanatçılar bol ve
gayet etkin: Rozonova, Ekster, Udaltsova, Stepanova...
Sergide hepsinden örnekler
izleyebiliyoruz.
Rodçenko'nun eşi Stepanova, dokuma
alanında ve konstrüktivist 'moda'da sivrilmiş.
Deneysel atölyelerden en etkin olan
VKhUTEMAS'ta dokuma bölümünün başında.
İdeali, Konstrüktivist Manifesto'da
dile geliyor: "Sanat öldü! Yaşasın makina sanatı!"
Bu sloganı 1920'deki I. Dada Fuarı
da benimseyecekti:
"Sanat öldü! Yaşasın Tatlin'in
makina sanatı!"
Sanatı üretim olarak gördüğünden
makina estetiğine öykünen Stepanova sanatını bir teknik ressam gibi
gönyelerle icra edecekti.
Avangard sanatın bütün hayatı
sarmalama çabası giysilerle sınırlı kalmıyor, bardak ve tabakların,
tepsilerin, yastık kılıflarının ve dantellerin, kimi süs eşyalarının
tasarımına kadar uzanıyor.
Serginin hazırlığında Tüm Rusya Dekoratif
Sanatlar Müzesi'yle de işbirliği yapıldığı için bu alandaki örnekler
gayet nadir.
Başka sergilerde pek
rastlayamazsınız.
Sonuçta Rus avangardının ifade edildiği
bütün bu değişik sanatlarda birbirlerini nasıl bütünlediğini izlemek
ufkumuzu açıyor.
Ayrıca Rus avangardını oluşturan
farklı damarların ve bunların yarım yüzyıl boyunca gösterdikleri
dönüşümlerin birarada sergilenmesi tarihsel perspektifimizi
zenginleştiriyor.
Sonuçta, Rus
Avangardı izleyenlerde bir sergiden ziyade bir müze izlenimi uyandırıyor:
Müze içinde müze.
Ondan, insan bir daha, bir daha
gezmek ihtiyacını duyuyor.
Ne yazık ki serginin kataloğu olayın
çapına erişemiyor.
Kataloglar, sergileri tarihe mal
eden kaynaklar; sanat tarihçilerinin en demirbaş aletleri.
O nedenle insan böylesine nadir bir
sergiden daha çok sayıda eserin katalogda derlenmiş olmasını bekliyor.
Duvarlarda okunan bilgilerin
ve fotoğrafların katalogda da yer almasını bekliyor.
Bir dizin arıyor.
Ama asıl önemlisi, konuya vâkıf
sanat tarihçileri tarafından kaleme alınmış, serginin canlandırdığı
tarihsel boyutlarda keşifler yapabilen, paradigmalar önerebilen metinler
bekliyor.
Bu anlamda kataloğun en başında yer
verilmiş olan Halil Berktay'ın yazısı, Rus avangardının doğuşu, estetik
felsefesi, diğer avangard hareketlerle bağlantıları, 20. yüzyıl modernizmine
yaptığı katkılar, bunların toplumsal, siyasal içerimleri gibi serginin ışık
tuttuğu birçok konuya tamamıyla yabancı.
En önemlisi de şu: 1917 Devrimi’yle
tarihte ilk kez sanatçılar sanatın iktidarına sahip olmuşlar.
Devrim yönetimi ve bu yönetimin Halk Eğitim Komiseri Lunaçarski, Rusya'nın bütün müze, akademi ve
koleksiyonlarının, bütün sanat ve kültür hayatının yeniden örgütlenmesini
devrimi destekleyen avangard sanatçılara emanet etmiş.
Önceden, her avangard gibi müzeleri
yakıp yıkmaktan bahseden bu sanatçılar iktidara gelince acaba neler yapmışlar?
Bu yaptıkları müzeolojide, sanat
öğreniminde ne gibi çığırlar açmış?
Bütün Avrupa konstrüktivizmini,
sanatla sanayinin bileşme sürecini , Bauhaus'u ve diğer modernist adımları
nasıl etkilemiş?
Halil Berktay'da bu tür kritik
sorular hep cevapsız.
Ayrıca yazı bilgisizliklerle dolu.
Örneğin, Rusya dışındaki "diğer
ülkelerde devrim olmadı avangarda eşlik eden" deniyor.
Oysa hemen her sanat tarihçisi
avangardın doğuşunu Paris'te başlayan ve giderek bütün Avrupa'yı saran
1848 Devrimi'ne bağlar.
Avangard, 1871 Devrimi'ne/Komünü'ne
de "eşlik etmiştir".
Dada sanatçıları 1918 Alman
Devrimi'nde savaşıyorlar.
Bauhaus hocası Moholy-Nagy 1919
Macar Devrimi'nin ve onun ardından kurulan Macaristan Sovyet Cumhuriyeti'nin
destekçisi...
Bunlara bir de 1950 sonrasında
anti-kolonyal devrimlerdeki
sanatçıların oynadıkları
rolü katın...
Kısacası, avangardın
"eşlik" etmediği bir devrim göstermek zor.
Berktay, "eninde sonunda sanat
ve politikanın apayrı iki alan" olduğunu belirtiyor .
Oysa Romantik Schiller'den ,
zamanımızda Jacques Rancière'e kadar, kaydetmeye
değer bütün estetik felsefesi, sanat ve politikanın birliği üzerine kurulu.
Bir de Berktay'ın metnine egemen
olan bir Soğuk Savaş üslubu, bir ideolojik yargılama dili var.
Bu dil, hakikatleri de
saptırabiliyor.
Örneğin Berktay'da Devrim ile
Stalinizm birbirine karışıyor.
Avangard düşmanı olan Stalin
yönetiminin avangard sanatçıları ezdiği tabii doğrudur.
Ancak Stalinist kültür politikaları
nasıl Devrim'e mal edilebilir?
Berktay "siyasi devrimin sanatta
devrimin sonunu getirdiği"nden bahsederek, Devrimin sanatın iktidarına
getirdiği avangardları nasılsa Devrim kurbanı gibi gösteriyor.
Hatta Chagall, Kandinski, Gabo gibi
Devrim rejiminin sanat politikalarını ve uygulamalarını kuran ve yönetenlerin
Devrim'den kaçtığından söz ediliyor.
Oysa bütün dünyadan avangardlar
nasıl Paris gibi modernizmin merkezlerine akıyorlarsa, onlar da aynı saiklerle
ve özgür iradeleriyle göçüyorlar.
Gene 1917 Devrimi'nin baskısıyla
kaçtığı yazılan Diyagilev, efsanevi Ballet Russes'u Paris'te 1909'da
kuruyor, vesaire,
Kataloğundaki zaaflar bir
yana, Rus Avangardı sergisi, sergi tarihimizde gerçekten eşsiz
bir sergi.
Sanıyorum, avangard hareketlere ait
kapsamlı sergiler, 1992'de Ankara'da
düzenlenen Cobra-Postcobra ile başlıyor.
Diğerleri Nazan Ölçer'in
açtığı Cobra (2012) ve Zero (2015-2016) sergileriydi.
Şimdiki Rus
Avangardı zirve.
Picasso, Dubuffet, Giacometti, de Chirico
gibi büyük avangardların monografik sergilerini Pera Müzesi'nde izledik
ama sanat dünyamızı toplu birer hareket olarak avangardla tanıştıran,
Nazan Ölçer'in sergileridir.
Ölçer'in geçtiğimiz yıllarda açmak
üzere olduğu bir de Alman ekspresyonizmi sergisi vardı.
Bir de sürrealizme ait dev bir koleksiyonun gelmesi ihtimali var.
Sergileri bir gösteri gibi değil de,
tarihte gösterdikleriyle inşa eden bu çapta sergilerin başarılmasında
muhakkak ki müzelerin iletişimci ve işletmeciler yerine Nazan Ölçer gibi
tarihçiler tarafından yönetilmesinin önemli bir payı var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder