DAVA SANATI - 1
Formlar siyasi anlamda sınıflandırılabilir mi?
Kimilerine devrimci, kimilerine gerici denebilir mi?
Gerçekliği yansıtan formlar
"muhafazakâr", gerçekliği reddedenler yıkıcı mıdır?
Maleviç'in soyut bir geometriyle ifade ettiği
ütopyayı, Rodçenko gerçekçi figürlerle yansıttığında o propaganda mıdır?
İlki avangard, ikincisi müesses midir, resmî midir?
Ya da biri seçkin ve bireysel, diğeri popüler ve
toplumsal mıdır?
Bir formun estetiği, atölyede, bir eylemde, müzede
veya fuarda aynı mıdır?
Yoksa, aynı form karşısındaki duyular tamamıyla o
formu alımlayan özneye ve ortamına mı görecedir?
Başlı başına formların duyularımız üzerinde hiç mi
hükmü yoktur?
Estetik yargı nedir?
"Güzel", ne demektir?..
Bütün bunlar kavramsal, teorik meseleler midir;
ayaklanmaların, devrimlerin, savaşların yarattığı sanat pratiğiyle ne
ilgileri vardır?
Ardı arkası gelmesi mümkün olmayan bu gibi meselelerin
yarattığı muammanın merkezinde "sanatın özerkliği" kavramı
bulunur.
Özerklik, Romantizm
Sanatın siyasal mahiyetine ilişkin düşünceler, sanatın
özerkleşme tarihinden türetiliyor.
Özerkleşme, Kant'ın modern bilgiyi sistemleştirirken,
estetiği diğer iki bilgi bölgesinden, etikten ve lojikten ayırt etmesiyle
uyanıyor.
Hâlâ modern epistemolojinin kanonu sayılan üç
"eleştiri"sinden ilki olan Saf Aklın Eleştirisi bilimi, Pratik Aklın Eleştirisi etiği, Yargı Yetisinin Eleştirisi de estetiği inceliyor.
Böylece Kant, insan zihnini baştan beri meşgul eden,
doğru/yanlış, iyi/kötü, güzel/çirkin ikiliklerini tanımlamış oluyor.
Kant, estetiği tanımlarken, onu saf (teorik) aklın ve
pratik aklın yasalarından söküyor.
Hatta tamamıyla bilgiden söküyor.
Estetiğin akılcılığı, akıldışı olması.
Akıldan özgür ve özerk olması.
Kant'a göre "güzelin amacı, amaçsız
olmasıdır".
Estetik muhakeme, yani bir şeyin güzel olup olmadığı
yargısı, "herhangi bir kavramla tanımlanamaz" ve kendi iç
gerekliliği tarafından yönetilir.
Başka deyişle, sanat anlamsızdır ve yönetilemez.
Jena Üniversitesi'nde ve Athenaum dergisi
çevresinde toplanan romantik felsefenin kurucuları, Kant'ın özerklik
ilkesini radikalleştirdiler.
Akıldan kopardıkları gibi onun kaynağındaki doğadan da
kopardılar; aklın yerine hayal gücünü, arzuyu geçirdiler; düşüncenin
karşısına eylemi çıkardılar; gerçeklik arayışından koptular.
(Nietzsche, sanatın "hakikatten daha
değerli" olduğunu ve hakikatin keşfedilemeyeceğini, ancak yaratılacağını
söyler.)
Romantik filozoflar, insan yetilerinin bütünlüğünü
savunurlar.
İnsanı emeğine, onun araçlarına ve ürünlerine
yabancılaştıran çalışma koşullarına karşı çıkarlar.
Bir amaç ve çıkar doğrultusunda çalışma yerine oyunu
savunurlar.
Çünkü oyun oynayan bir çocuğun yetileri iş
süreçlerinde olduğu gibi parçalanmamıştır.
O, duyuları ve düşünceleri üzerinde tamamen egemendir.
Dilini ve anlam/bilgi dünyasını kendisi kurar.
Kendi kendisini yönetir.
Her türlü yabancılaşmadan uzak ve sonuna kadar
yaratıcıdır.
Oyunun oyundan başka bir amacı, rasyoneli yoktur.
İşte bütün bu nedenlerle sanat oyundur.
Jacques Rancière, Schiller'in İnsan'ın Estetik
Eğitimi Üzerine Mektuplar'ında (1795) sanatı oyunla kıyaslamasını,
özerklik (otonomi) düşüncesinin başlangıcı olarak görür:
Schiller insanın sadece oyun oynadığı zaman tam
anlamıyla insan olduğunu ilan eder.
Ve bu paradoksun, güzelin sanatının ve ondan daha da
zor olan hayatın sanatının bütün birikimini kuşatabileceğini temin eder.
Bu düşünceyi şöyle ifade edebiliriz: Hem Sanata yeni
bir dünya, hem de insanlara yeni bir hayat vaat eden bir duyusal deneyim
bulunmaktadır.
Bu da estetiktir.
Rancière'e göre, Schiller bu önermesiyle yalnızca
sanatın özerkliğinin temellerini atmakla kalmaz, onu "hayatı
dönüştürme umudu"yla da bağlar.
Başka deyişle, siyasetle, devrimle, ütopyayla bağlar.
Bence, estetik modernizmi ve avangard hareketleri
uyandıracak olan düşünceler Schiller'in bu birkaç cümlesine indirgenemez.
Schiller'in çevresindekiler de etkindir.
Örneğin Schlegel, sanatın başka bir hayat, başka bir
dünya kurabilme gücü konusunda daha radikaldir:
"Bir gün insanlar, tanrısal güçlerini yeniden
keşfedecek ve hâlâ gelmesi beklenen Altın Çağı tanıyacaklardır.
İşte mitolojiden [sanattan] beklediğim budur."
Novalis ise ütopyasını yaratmıştır bile.
Novalis dünyayı şiirleştirerek, kavramlar yerine
sezgilerden oluşan evrensel bir dil kurar.
Bu dilin sözlüğü (ansiklopedisi) bir romandır: Heinrich von Oflerdingen.
Ama bu romantik filozoflardan önce, sanat, asıl
Kant'la, akıldan, doğadan, gerçeklikten özgürleşir.
Dolayısıyla Batı sanat tarihinin babası sayılan
Vasari'nin, "sanatın kökeninin doğada olduğuna" ve "sanatın
her şeyden önce doğanın taklidinde yattığına" ilişkin Rönesans'tan beri
egemen olan doktrini iflas eder.
Sanat taklitten, temsilden, tasvirden kurtulur.
Resmetmekten özgürleşir.
Heidegger'e göre modern çağda varlıklar, hakikatlerine temsilleri
sayesinde kavuşurlar.
"İlk kez Descartes metafiziğinde, var olmak,
temsil etmenin nesnelliği; ve hakikat, temsil etmenin kesinliği olarak
tanımlanır."
Sonuçta dünya temsiline dönüşür ve bir resim olarak
kavranır.
Ve "dünyanın resme dönüşmesi ile insanın özneye
dönüşmesi bir ve aynı hadisedir".
Bu da Heidegger'in nezdinde "modern çağın temel
hadisesi"dir.
İşte Kant'ın özerklik düşüncesi, dünyanın resim olarak
kavranmasına ilişkin modernliğin bu kurucu ilkesini parçalar.
Böylece uyanan estetik modernizm, daha en başından
modernliğin karşısına dikilir.
Çünkü sanat, modernlik döneminde tasavvur edildiği
gibi kendi dışındaki bir nesneyi, doğayı, gerçekliği anlamlandırmaz resmetmez,
göstermez.
Dilbilimin terimleriyle, bir gösterileni (signified) kalmamıştır.
Peki neyi gösterir?
Kendisini gösterir.
Ve eğer Kant'ın öne sürdüğü gibi bir amacı yoksa, ne
için yapılır?
Sanat için.
Özerkliğin şiarı sayılan "sanat, sanat
içindir" ilkesi, "form"u gizemli, hermetik bir güce, bir
enerjiye dönüştürür.
Bu ilke, birbirine karşıt olan iki estetiğe yol
açmıştır.
Formalistler onu sanatın bütün siyasal, toplumsal
referanslarından arındırarak, kendini tamamıyla kendi malzemeleri ve
teknikleriyle sınırlaması olarak yorumlamışlardır.
Clement Greenberg ve onun soyut ekspresyonizm
kuramı bu tür bir estetizmin ifadesidir.
İkinci yorum ise, bu ilkenin, sanatın sonuna
kadar siyasallaşmasını savunduğu yolundadır.
Aklından kurtulan ve kendinden başka amacı olmayan
sanat artık tamamıyla özgürdür.
Nitekim, sanatın sanat için olduğu şiarını ortaya
atan Théophile Gautier'ye göre bu ilke, her şeyden bir yarar
bekleyen burjuva zihniyetine karşı, sanatın bu zihniyetten özgürleşmesini
ifade eder.
Gautier burjuvaziye şöyle seslenir: "Hayır sizi
gidi ahmaklar, roman bir çift ayakkabı değildir, drama da demiryolu
değildir."
Adorno da bu ilkeyi, formlara içkin olan inkâr
itkisinin, bir tür sürekli devrim ruhunun canlanması olarak yorumlar.
Sanatın özerkliğini ilan etmesinden sonra artık
simsiyah boyanmış bir kare de sanat olabilir (Maleviç, 1915), çöpe atılmış
bir pisuvar da (Duchamp, 1915), Dada'nın doğduğu Zürih Kabaresi'ndeki
saldırgan oyunlar da (1916).
Soyut bir form da, bir eylem de...
Sanatın özerkleşme sürecindeki en kesin hamleyi yapan
kuşkusuz Baudelaire'dir.
Baudelaire, bilgiyi, doğru/yanlış, iyi/kötü,
güzel/çirkin sorunsalları bağlamında tanımlayan Kant'ın epistemolojisine itiraz
eder: "Bağır bağır ilan edilen, güzellik, hakikat ve iyiliğin birliği üzerine
doktrin, felsefi saçmalığın bir icadıdır."
Bu nedenle de onun sanatı, yanlış, kötü ve çirkin
olanı yüceltir.
Bütün modern kurum ve kavramlara, topluma, kamuya,
ulusa, uygarlığa, bilime, ahlaka, ve de sanata karşıdır.
Onun sanat hayali bütün bunların 'hakikati'ni
aşar.
Çünkü, "Güzel hakikatten daha soyludur".
Tabii Baudelaire gündelik siyaseti de aşağılar.
Zaten onun gözünde siyaset insanlığa yeni bir dünya
yaratacak olan sanatın işidir.
Nietzsche buna "büyük politika" der.
"Büyük politika"yı, insanları hayvan yerine
koyarak onları sürüleştirdiğini söylediği modern politikadan ayırır.
"Büyük politika" sanatçıların işidir.
Baudelaire, Kant'ın sanatı modernliğin rasyonalist
özünden söken estetiğini nihayetine götürür.
Sanatın özerkleşme savaşı anlamında modernizm (estetik
modernizm) onun eseridir.
Arnold Hauser'in belirttiği gibi "Kuşku yok ki,
modernizm Baudelaire'le başlar.
Onunla mevcut düzene ve geleneğe başkaldırı olarak
anlaşılır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder