3 Kasım 2022 Perşembe

 DAVA SANATI - 1

 

Formlar siyasi anlamda sınıflandırılabilir mi?

Kimilerine devrimci, kimilerine gerici denebilir mi?

 Gerçekliği yansıtan formlar "muhafazakâr", gerçekliği reddedenler yıkıcı mıdır?

Maleviç'in soyut bir geometriyle ifade ettiği ütopyayı, Rodçenko gerçekçi figürlerle yansıttığında o propaganda mıdır?

İlki avangard, ikincisi müesses midir, resmî midir?

Ya da biri seçkin ve bireysel, diğeri popüler ve toplumsal mıdır? 

Bir formun estetiği, atölyede, bir eylemde, müzede veya fuarda aynı mıdır?

Yoksa, aynı form karşısındaki duyular tamamıyla o formu alımlayan özneye ve ortamına mı görecedir?

Başlı başına formların duyularımız üzerinde hiç mi hükmü yoktur?

Estetik yargı nedir?

 "Güzel", ne demektir?..

 Bütün bunlar kavramsal, teorik meseleler midir; ayaklanmaların, devrimlerin, savaşların yarattığı sanat pratiğiyle ne ilgileri vardır?

Ardı arkası gelmesi mümkün olmayan bu gibi meselelerin yarattığı muammanın merkezinde "sanatın özerkliği" kavramı bulunur.

 

Özerklik, Romantizm

 Sanatın siyasal mahiyetine ilişkin düşünceler, sanatın özerkleşme tarihinden türetiliyor.

Özerkleşme, Kant'ın modern bilgiyi sistemleştirirken, estetiği diğer iki bilgi bölgesinden, etikten ve lojikten ayırt etmesiyle uyanıyor.

Hâlâ modern epistemolojinin kanonu sayılan üç "eleştiri"sinden ilki olan Saf Aklın Eleştirisi bilimi, Pratik Aklın Eleştirisi etiği, Yargı Yetisinin Eleştirisi de estetiği inceliyor.

 Böylece Kant, insan zihnini baştan beri meşgul eden, doğru/yanlış, iyi/kötü, güzel/çirkin ikiliklerini tanımlamış oluyor.

Kant, estetiği tanımlarken, onu saf (teorik) aklın ve pratik aklın yasalarından söküyor.

Hatta tamamıyla bilgiden söküyor.

Estetiğin akılcılığı, akıldışı olması.

Akıldan özgür ve özerk olması.

Kant'a göre "güzelin amacı, amaçsız olmasıdır".

Estetik muhakeme, yani bir şeyin güzel olup olmadığı yargısı, "herhangi bir kavramla tanımlanamaz" ve kendi iç gerekliliği tarafından yönetilir.

Başka deyişle, sanat anlamsızdır ve yönetilemez.

Jena Üniversitesi'nde ve Athenaum dergisi çevresinde toplanan romantik felsefenin kurucuları, Kant'ın özerklik ilkesini radikalleştirdiler.

Akıldan kopardıkları gibi onun kaynağındaki doğadan da kopardılar; aklın yerine hayal gücünü, arzuyu geçirdiler; düşüncenin karşısına eylemi çıkardılar; gerçeklik arayışından koptular.

(Nietzsche, sanatın "hakikatten daha değerli" olduğunu ve hakikatin keşfedilemeyeceğini, ancak yaratılacağını söyler.)

Romantik filozoflar, insan yetilerinin bütünlüğünü savunurlar.

İnsanı emeğine, onun araçlarına ve ürünlerine yabancılaştıran çalışma koşullarına karşı çıkarlar.

Bir amaç ve çıkar doğrultusunda çalışma yerine oyunu savunurlar.

Çünkü oyun oynayan bir çocuğun yetileri iş süreçlerinde olduğu gibi parçalanmamıştır.

O, duyuları ve düşünceleri üzerinde tamamen egemendir.

Dilini ve anlam/bilgi dünyasını kendisi kurar.

Kendi kendisini yönetir.

Her türlü yabancılaşmadan uzak ve sonuna kadar yaratıcıdır.

Oyunun oyundan başka bir amacı, rasyoneli yoktur.

İşte bütün bu nedenlerle sanat oyundur.

Jacques Rancière, Schiller'in İnsan'ın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar'ında (1795) sanatı oyunla kıyaslamasını, özerklik (otonomi) düşüncesinin başlangıcı olarak görür:

Schiller insanın sadece oyun oynadığı zaman tam anlamıyla insan olduğunu ilan eder.

Ve bu paradoksun, güzelin sanatının ve ondan daha da zor olan hayatın sanatının bütün birikimini kuşatabileceğini temin eder.

Bu düşünceyi şöyle ifade edebiliriz: Hem Sanata yeni bir dünya, hem de insanlara yeni bir hayat vaat eden bir duyusal deneyim bulunmaktadır.

Bu da estetiktir.

Rancière'e göre, Schiller bu önermesiyle yalnızca sanatın özerkliğinin temellerini atmakla kalmaz, onu "hayatı dönüştürme umudu"yla da bağlar.

Başka deyişle, siyasetle, devrimle, ütopyayla bağlar.

Bence, estetik modernizmi ve avangard hareketleri uyandıracak olan düşünceler Schiller'in bu birkaç cümlesine indirgenemez.

Schiller'in çevresindekiler de etkindir.

Örneğin Schlegel, sanatın başka bir hayat, başka bir dünya kurabilme gücü konusunda daha radikaldir:

"Bir gün insanlar, tanrısal güçlerini yeniden keşfedecek ve hâlâ gelmesi beklenen Altın Çağı tanıyacaklardır.

İşte mitolojiden [sanattan] beklediğim budur."

Novalis ise ütopyasını yaratmıştır bile.

Novalis dünyayı şiirleştirerek, kavramlar yerine sezgilerden oluşan evrensel bir dil kurar.

Bu dilin sözlüğü (ansiklopedisi) bir romandır: Heinrich von Oflerdingen. 

Ama bu romantik filozoflardan önce, sanat, asıl Kant'la, akıldan, doğadan, gerçeklikten özgürleşir.

Dolayısıyla Batı sanat tarihinin babası sayılan Vasari'nin, "sanatın kökeninin doğada olduğuna" ve "sanatın her şeyden önce doğanın taklidinde yattığına" ilişkin Rönesans'tan beri egemen olan doktrini iflas eder.

 Sanat taklitten, temsilden, tasvirden kurtulur.

Resmetmekten özgürleşir.

Heidegger'e göre modern çağda varlıklar, hakikatlerine temsilleri sayesinde kavuşurlar.

"İlk kez Descartes metafiziğinde, var olmak, temsil etmenin nesnelliği; ve hakikat, temsil etmenin kesinliği olarak tanımlanır."

Sonuçta dünya temsiline dönüşür ve bir resim olarak kavranır.

Ve "dünyanın resme dönüşmesi ile insanın özneye dönüşmesi bir ve aynı hadisedir".

Bu da Heidegger'in nezdinde "modern çağın temel hadisesi"dir.

İşte Kant'ın özerklik düşüncesi, dünyanın resim olarak kavranmasına ilişkin modernliğin bu kurucu ilkesini parçalar.

Böylece uyanan estetik modernizm, daha en başından modernliğin karşısına dikilir.

Çünkü sanat, modernlik döneminde tasavvur edildiği gibi kendi dışındaki bir nesneyi, doğayı, gerçekliği anlamlandırmaz resmetmez, göstermez.

Dilbilimin terimleriyle, bir gösterileni (signified) kalmamıştır.

Peki neyi gösterir?

Kendisini gösterir.

Ve eğer Kant'ın öne sürdüğü gibi bir amacı yoksa, ne için yapılır?

Sanat için.

Özerkliğin şiarı sayılan "sanat, sanat içindir" ilkesi, "form"u gizemli, hermetik bir güce, bir enerjiye dönüştürür.

Bu ilke, birbirine karşıt olan iki estetiğe yol açmıştır.

Formalistler onu sanatın bütün siyasal, toplumsal referanslarından arındırarak, kendini tamamıyla kendi malzemeleri ve teknikleriyle sınırlaması olarak yorumlamışlardır.

Clement Greenberg ve onun soyut ekspresyonizm kuramı bu tür bir estetizmin ifadesidir.

İkinci yorum ise, bu ilkenin, sanatın sonuna kadar siyasallaşmasını savunduğu yolundadır.

Aklından kurtulan ve kendinden başka amacı olmayan sanat artık tamamıyla özgürdür.

Nitekim, sanatın sanat için olduğu şiarını ortaya atan Théophile Gautier'ye göre bu ilke, her şeyden bir yarar bekleyen burjuva zihniyetine karşı, sanatın bu zihniyetten özgürleşmesini ifade eder.

Gautier burjuvaziye şöyle seslenir: "Hayır sizi gidi ahmaklar, roman bir çift ayakkabı değildir, drama da demiryolu değildir."

Adorno da bu ilkeyi, formlara içkin olan inkâr itkisinin, bir tür sürekli devrim ruhunun canlanması olarak yorumlar.

 Sanatın özerkliğini ilan etmesinden sonra artık simsiyah boyanmış bir kare de sanat olabilir (Maleviç, 1915), çöpe atılmış bir pisuvar da (Duchamp, 1915), Dada'nın doğduğu Zürih Kabaresi'ndeki saldırgan oyunlar da (1916). 

Soyut bir form da, bir eylem de...

Sanatın özerkleşme sürecindeki en kesin hamleyi yapan kuşkusuz Baudelaire'dir.

Baudelaire, bilgiyi, doğru/yanlış, iyi/kötü, güzel/çirkin sorunsalları bağlamında tanımlayan Kant'ın epistemolojisine itiraz eder: "Bağır bağır ilan edilen, güzellik, hakikat ve iyiliğin birliği üzerine doktrin, felsefi saçmalığın bir icadıdır."

Bu nedenle de onun sanatı, yanlış, kötü ve çirkin olanı yüceltir.

Bütün modern kurum ve kavramlara, topluma, kamuya, ulusa, uygarlığa, bilime, ahlaka, ve de sanata karşıdır.

 Onun sanat hayali bütün bunların 'hakikati'ni aşar.

Çünkü, "Güzel hakikatten daha soyludur".

Tabii Baudelaire gündelik siyaseti de aşağılar.

Zaten onun gözünde siyaset insanlığa yeni bir dünya yaratacak olan sanatın işidir.

Nietzsche buna "büyük politika" der.

"Büyük politika"yı, insanları hayvan yerine koyarak onları sürüleştirdiğini söylediği modern politikadan ayırır.

"Büyük politika" sanatçıların işidir.

Baudelaire, Kant'ın sanatı modernliğin rasyonalist özünden söken estetiğini nihayetine götürür.

Sanatın özerkleşme savaşı anlamında modernizm (estetik modernizm) onun eseridir.

Arnold Hauser'in belirttiği gibi "Kuşku yok ki, modernizm Baudelaire'le başlar.

Onunla mevcut düzene ve geleneğe başkaldırı olarak anlaşılır."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  KABARENİN DOĞUŞU   Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oy...