3 Kasım 2022 Perşembe

  NEJAD DEVRİM - 1

 

"Türk modernizmine geçişte Nejad'ın öncülüğü" dediğiniz zaman en önce sormak gerekir:

"Modernizm nedir?" Ondan sonra da:

 "Türk modernizmi nedir?"

  Türkiye'de bir estetik modernizm önermenin, düşünmenin yolu nasıl açılmıştır sanat tarihinde?

 Ve bu modernist hareket, modern/ulusal sanatın kurulmasından nasıl kopmuştur?

 Süremiz sınırları içinde kısa kısa bu soruları cevaplamaya çalışacağım.

 Anlatacaklarım bir bakıma 1984'te kurulan Galeri Nev'in düşünsel tarihi de sayılabilir.

 

 Estetik Modernizm

 "Estetik modernizm" kavramını açarak başlıyorum:

 Bizde sanat tarihçileri arasında bile, modernlik ve modernizm kavramları, aynı kökten, "modern" sözcüğünden türedikleri için, eşanlamlı gibi kullanılıyor.

 Oysa sanatta, edebiyatta modernizm ve modernlik birbirlerine karşıt kavramlar.

 Özdeş gibi kullanılınca sanat tarihini kavramakta ciddi bir kargaşaya yol açıyor.

 Çünkü "estetik modernizm" sanat tarihi için kilit bir kavram.

 Belki de en kilit kavram.

 Peter Bürger diyor ki, "günümüzde geçerli olan tüm sanat, modernizmle ilgisi bakımından kendini tanımlıyor".

 Ben de böyle düşünüyorum.

 Dolayısıyla, burada inceleyeceğim her konunun ekseninde modernizm kavramı ve bu kavramı belirleyen sanatın özerkleşmesi meselesi var.

 Estetik modernizm, sanatın romantik devrimle başlayan özerkleşme sürecinin türevidir. 

 Birçok tarihçi, romantizmi bir sanat-edebiyat stilinin çok ötesinde bir kültürel devrim olarak görür.

 Hatta Isiah Berlin, romantizmin "Batı bilincinin en büyük dönüşümü"  olduğunu savunur.

 Romantizm sadece modernliğin temelini oluşturan Aydınlanma akılcılığına, rasyonalizmine karşı değil, bütün Batı düşünce geleneğine karşı bir başkaldırıdır.

 Romantizmin 18. yüzyıldaki öncelleri, tarihte ilk sanat eleştirilerini kaleme alan Diderot ve Rousseau sayılıyor.

 Onlar modern uygarlığı sorgulamışlar, aklın karşısına hayal gücünü, bilimin karşısına sanatı çıkarmışlar.

 Marshall Berman'a göre, "ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllardaki anlamıyla moderniste kelimesini ilk kullanan, Rousseau".

 Sanatın özerkliğini felsefeleştiren Kant'tır.

Peter Bürger "Kant ile Schiller'den bu yana estetik kuramının, sanatın özerkliğinin kuramı" olduğunu söyler.

 Kant bir romantik değildir ama özellikle estetik alanında, başta Schiller olmak üzere bütün romantik düşünürlerin üstadı sayılır.

 Kant modern bilgi rejimini tanımlarken, sanatı bilimden ve ahlaktan/dinden koparıyor.

Estetiği, lojikten ve etikten ayırıyor.

 Sanatı, bilim ve ahlak alanında bilgiyi yönlendiren her türlü faydadan, çıkardan, işlevden ve amaçtan arındırıyor.

 "Sanat amaçsız ve çıkarsızdır" diyor.

Estetik felsefesi hâlâ bu önerme etrafında döner.

Kant sanatın amacının da, bilgisinin ve dilinin de kendisinde olduğunu savunuyor; hakikatinin de.

 Buna göre sanat, başka bir hakikati, doğayı, Tanrı'yı, azizleri, imparatorları, soyluları temsil edemez.

 Kendi dışında hiçbir şeyi temsil, taklit ve tasvir edemez.

 Böylece, klasizmin ve akademizmin dayandığı kadim mimesis estetiği çöküyor.

 Kant "sanatın özerkliği"nin yanı sıra, "sanatın özgürlüğü" üzerinde de duruyor.

 Ona göre, estetik deneyim, "güzellik yargısı" diyelim, "anlama gücüne" ve "kavrama gücüne" değil hayal gücüne dayalı olduğu için özgür bir deneyimdir.

  Ve "bu nedenle de estetik özgürlük,  ‘kanunu olmayan’ (Kant) bir özgürlüktür.

 Anarşik bir özgürlüktür.”

 Sanatın kanunu, hayal gücünün kanunsuzluğudur.

Nietzche'nin gözünde de, sanat, kuralsızlığı, kanunsuzluğu “şart koştuğu” için özgürdür.

 Özerklik konusunda Kant kadar etkili olmuş biri daha varsa, o da romantiklerin öncülerinden Friedrich Schiller'dir.

 Schiller'in İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar kitabı, özerklik felsefesinin ve politik estetiğin başeseri sayılır.

 Kant'ın ilkelerinden hareket ettiğini açıklayan Schiller (1759-1805), siyaseti de sanatın sınırları içine katar.

 Hatta bütün hayatı...

 Böylece bir anlamda sanatın sınırlarını sınırsızlaştırır.

 Schiller'e göre "güzel" özgürlüğün görünümüdür; özgürlüğün duyusal ifadesidir; başka deyişle, özgürlük hissiyatıdır.

 Özgürlük, yalnızca "güzel"in duyumsanmasıyla belirir.

 "Sanatın özgürlüğün kızı olduğunu" söyler.

  Ve "eğer insanlık politika meselesini çözecekse, bu meseleye estetik açıdan yaklaşmalıdır; çünkü insana Özgürlük yolunu açan yalnızca Güzelliktir."

Schiller sanatsal yaratıcılığın egemen olduğu, davranışların güzellik tarafından yönetildiği bir devlet tahayyül eder: "estetik devlet".

 "Temel yasası, özgürlük aracılığıyla özgürlük bahşetmek olan bir diyar."

Schiller'in "estetik devlet"i, 19. yüzyılın siyasal ve estetik düşüncesini işgal edecek sosyalist ütopyaların erken bir örneği sayılır.

 Saint-Simon, Fourier, William Morris, Louis Blanc, Robert Owen, Babaeuf...  gibi birçok sosyalist ütopyacı, Schiller'in tasarladığı gibi sanatın bütün hayatı kuşatacağı ideal toplumlar hayal ederler.

 Hatta sosyalist ütopyacıları eleştiren Marx da...

 Jacques Rancière'e göre, Schiller yalnızca sanatın özerkliğinin temellerini atmakla kalmaz, onu "hayatı dönüştürme umudu"na da bağlar.

 Başka deyişle, siyasete, devrime, ütopyaya bağlar.

 Bugün onun sayesinde, birtakım özgürlük eylemlerini estetik birer form olarak tahayyül edebiliyoruz.

 Sadece Schiller değil, onunla aynı çevreden Novalis de romantik sanatçının amacının "şiirsel bir devlet" yaratmak olduğunu söyler.

 Arkadaşları Schlegel de "Şiir cumhuriyetçi bir konuşmadır" der: "tüm ögelerinin özgür yurttaş olduğu... kendi kanunu ve amacı olan bir konuşma."

Estetik modernizmin tarihini inceleyenlerin gözünde "kurucu" hep Baudelaire'dir.

 Arnold Hauser'e göre modernizm, "Baudelaire'le başlar; ve onunla mevcut düzene ve geleneğe başkaldırı olarak anlaşılır".

Şöyle diyor Hauser: Modernizm, "Baudelaire'le başlar; empresyonistler ve sembolistler tarafından geliştirilir ve zirvesine 1920'lerde [sürrealizm ve Dada ile] ulaşır."

David Frisby de Baudelaire'in "modernité tarifinin bir modernizm kuramı içerdiğini" belirtir.

 Peter Gay, Baudelaire'e "modernizmin ilk kahramanı" der.

 Marshall Berman da Modernite Deneyimi üzerine kitabında, "Eğer bir ilk modernist göstermek gerekirse, kuşkusuz onun Baudelaire" olduğunu yazar: "o bir öncü, bir peygamberdir."

 Baudelaire'in modernizmin kurucusu olarak görülmesinin bence  iki temel nedeni var:

Bir kere Baudelaire sanatı sadece romantik filozofların yaptığı gibi rasyonalizmden, yani akıldan, faydadan, amaçlılıktan özerkleştirmekle kalmamış, bütün bunlara, bütün modernlik değerlerine ve kurumlarına başkaldırmıştır.

 Örneğin kamuya, topluma ve ilerleme fikrine; örneğin burjuvaziye; örneğin sanat tarihine ve akademiye başkaldırmıştır.

Baudelaire "'modern' dünyanın estetik temsilinin, kendi karşıtı biçiminde sunulmasını, 'modernitenin kirli yüzünü', 'uygarlığın ortasında kol gezen o vahşeti', 'uygarlığın yaşayan canavarlarını' açığa çıkarmasını bekliyordu."

İkincisi, Baudelaire, "sanat sanat içindir" şiarında ifade edildiği gibi, sanatı hayattan ve siyasetten, her türlü müesses bilgi rejiminden sökerken, bütün bunları sanata mal etmiştir.

 Sanatın hayat olduğunu, siyasetin ve hakikatin sanata içkin olduğunu ilan etmiştir.

 Akla başkaldıran Baudelaire'e göre "dünyayı hayal gücü yaratmıştır ve hayal gücü yönetecektir".

 Modernliğe ilişkin bütün bilgi ve inançları ve modern hayatı hedef aldığı bir karşı-estetik yaratır.

 Hakikatin yerine sahteyi, iyinin yerine kötüyü, güzelin yerine çirkini yüceltir.

 Bu karşı-estetiğin sahnesi, henüz kurulmakta olan metropoldür.

 Metropol bir modernlik cehennemidir.

 Baudelaire'in kahramanları bu cehennemin safrası sayılan bohemyadır:

 Paçavracılar , yosmalar, lezbiyenler, haydutlar, komplocular, kumarbaz, hokkabaz ve sihirbazlar, dilenciler, yankesiciler...

Kenar mahallelerin, yeraltının berduşları, avareleri, aylakları, serkeşleri, sefilleri, çapulcuları...

 Onlar Kötülüğün Çiçekleri'dirler.

 Sonuç ortada: Estetik modernizm sanatın en genel anlamda modernlikten özerkleşmesine ve modernliğe karşı mücadelesine dayanır.

 Modernizm, kültürel ve estetik anlamda modernliğe karşı örgütlenir.

 Modernliğin kavram ve kurumlarını reddederek kendini var eder.

 Topyekûn modernlik zihniyetine muhalefet eder.

 Modern bilgi ve iktidar rejimiyle, kapitalizmle, liberalizmle,  burjuvaziyle mücadele eder.

 Sanayileşme, kentleşme gibi, her türlü ilerleme ve gelişme mitini karşısına alır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  KABARENİN DOĞUŞU   Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oy...