3 Aralık 2022 Cumartesi

 DADANIN HAKİKATİ - 2

 

Dada’nın Siyaseti ve Alman Devrimi

 Dada, tarihi altüst eden Birinci Dünya Savaşı esnasında, Rusya’da olduğu gibi Almanya’da da yükselen devrimci siyasetlerin içine doğdu.

Daha 1913 yılında, Hugo Ball, Huelsenbeck’le birlikte Münih’te Revolution (Devrim) dergisini yayınlıyordu.

Henüz adı konmamış olsa da, 1915’te Berlin’de ilk Dada suarelerini düzenlemeye başlamışlardı bile.

Dramatik birer gösteriyi andıran bu suarelerde, hem manifestolarını ‘icra ediyorlar’ hem şiir okuyorlardı.

Mayıs’taki Ekspresyonist Suare’de Ball ‘mantıksız nesirler’ okumaya, Huelsenbeck doğaçlama ‘zenci şarkıları’ söylemeye başlamıştı.

Bir yıl sonra Zürih’te açılacak olan, Dada’nın ilan edileceği Kabare Voltaire bu deneyimlerden doğdu.

Dada’yı hazırlayan birikimde Ball’ın tiyatro sevdasının da rolü vardır.

Ball, felsefenin yanı sıra Max Reinhardt’la tiyatro da okumuş, kabare tarzını ve sanatın kutsallığını alaya alan parodileri ondan öğrenmişti.

Tiyatro hocalığı da yaptı; oyunlar yönetti, bunlarda rol aldı.

Günlüğüne, “1910 ile 1914 arasında benim için her şey tiyatro etrafında dönüyordu” diye yazmıştı.

“Bana göre tiyatro akla hayale gelmeyen özgürlük demekti.”

Dada’nın temelindeki, felsefi, siyasi ve estetik birikim, deneyim, Zürih’in dağılmasıyla birlikte Alman kanadında daha da zenginleşti.

Ama Paris kanadı için aynı şey söylenemez.

Zürih’i terk ederken, Dada’nın yolları çatallanmış, Huelsenbeck Berlin’e dönüp 1918 devrimcilerine katılırken, Tzara Paris’e hicret edip Paris bohemyasına sığınmıştı.

Geride, Zürih’te kalan ve Tzara’nın Dünya Devrimi’ne yönelik kayıtsızlığına karşı çıkan, aralarında Hans Richter, Marcel Janco, Hans Arp ve Alberto Giacometti’nin de bulunduğu bir grup sanatçı ise Devrimci Sanatçılar Birliği’ni kurmuşlardı.

Berlin’deki dadacılarla birlikte, savaşa ve militarizme karşı, Alman şovenizmine ve imparatorluğa karşı, burjuvaziye ve piyasaya karşı bir cephe oluşturuyorlardı.

1918 Alman Devrimi’nde, John Heartfield, Wieland Herzfelde ve George Grosz gibi dadacıların kuruluşundan beri üye oldukları Alman Komünist Partisi saflarında yer alıyorlar, Münih, Bremen gibi bazı merkezlerde kurulan devrimci sovyet hükümetlerinin çalışmalarına katılıyorlardı.

1920’deki Birinci Enternasyonal Dada Fuarı’nda bir yandan “Sanata Karşı Ayaklanın” diye haykırıyorlar, diğer yandan ise Dada’nın “Devrimci proletaryanın yanında!” olduğunu ilan ediyorlardı.

Huelsenbeck’e göre “Dada Alman Bolşevizmi”ydi.

19. yüzyılın felsefi ve siyasi mirasına sahip çıkan dadacılar, hayat üzerinde sanatın hüküm sürdüğü; dolayısıyla, yabancılaşmanın, işbölümünün sona erdiği, zorunlu çalışmanın yerini yaratıcı oyunun aldığı Fourierist, Marksist, sosyalist ütopyalara inanırlar.

Raoul Hausmann, içlerindeki “yeni dünyayı ortaya çıkarmak için, her şeyi yıkmak, paramparça etmek” amacında olduklarını yazar.

Hannah Höch için “Dünya Devrimi”, “Dada Dünyası”dır.

Bu nedenledir ki Dada, hep enternasyonalist bir ruha sahip olmuştur;  bütün insanlığa seslenir.

Sonuçta Dada, hiçbir zaman, Tzara’nın söyleminin uyandırdığı gibi, dogmatik, kör bir inkârcılık, bir agonizm, ya da nihilizm değildir.

Foucault’dan alıntılayarak denebilir ki, onlar için politika “ne olduğumuzu keşfetmekten değil [...] onu stratejik olarak reddetmekten geçer”.

 

Sanat Eylemi

Dada’yı sanata karşı çıkan diğer avangard hareketlerden ayırt eden özelliği, sanatı eylem olarak kavramasıdır.

Sanat tarihçisi Gavin Grindon, dadacıların, “eylem sanatını güzel sanatlardan biri haline getirdiklerini” yazıyor.

Aslında onlar, eninde sonunda bir nesnede ifade bulan sanatı tamamıyla ortadan kaldırarak, eylemi estetik bir olaya dönüştürdüler.

Berlinli dadacılardan Grosz ve Herzfelde’ye göre, “bugünün sanatçısı, [...] teknoloji ile sınıf savaşı propagandası arasında seçim yapmalıdır.

Ya tüm dünyayı sömüren reklamcılar ordusuna yazılır, [...] ya da devrim fikrini ve partizanları savunan bir propagandacı olur.”

Gerçekten de Berlin Dada’nın bütün etkinlikleri birer gösteriydi, siyasal eylemdi.

Hatta Baader ve Hausmann Berlin’de bir Dada Cumhuriyeti bile kurmuşlardı.

John Heartfield için fotomontaj esasen bir propaganda eylemiydi.

Zaten fotomontajın ‘üretim’ süreci de başlı başına bir inşa eylemiydi.

Bu anlamda, kabarelerin ve suarelerin dışında, dadacıların şiirleri, şarkıları, manifestoları, ve muhtelif yapıntıları da öncelikle birer eylem olarak yaratılıyordu.

Hugo Ball, Zürih’teki ilk suarede, “Dada bir enternasyonal sözcük” demişti; “yalnızca bir sözcük ve eylem olarak sözcük”.

Sanat, ancak eylem olarak icra edildiğinde hayatı ele geçirir.

Bunun da en uç hali ölümdür; Arthur Cravan, Jacques Vaché, Julien Torma, Jacques Rigaut gibi dadacıların bütün hayatlarını içeren intihar sanatıdır.

Dada’nın sanat nesnesine karşı olması, her şeyi sonunda piyasaya mahkûm eden sanatın kaderine de son verir.

Sanatın bir ürün üretmeden, bir eylem olarak icra edilmesi, piyasayı dolaşıma sokacağı bir maldan mahrum bırakır.

Hem de sanatçının yaratıcılığının işgücü piyasasına düşmesine engel olur.

Bu hadise son derecede kritiktir; çünkü evvel ezel sanatla para arasında süren birbirlerine egemen olma mücadelesinden sanatın zaferle çıktığını simgeler.

Bu zafer, sanatçıların harika buluşlarla hâlâ sürdürdükleri piyasaya karşı direniş eylemlerini başlı başına bir sanat haline getirir.

Finansallaşmanın hayatı da, sanatı da kuşattığı zamanımızdaki en spekülatif metanın sanat eseri olduğu kabul edilir.

Ball’ın yüz yıl önceki sözleri bunun kehaneti sayılır: “Sanat eseri ticareti, kendi kendisi için bir borsa işi haline geldi; alıcısının artık neredeyse hiç dahli olmadığı değerler, basılmış kâğıt ve boyanmış tuval ticareti”.

Ball’ın gözünde metalaşma, sanatın dışındaki diğer alanları da kuşatmıştır: “Bugünlerde vatandaş da bir meta.

Şair, filozof ve aziz de meta haline geliyor.”

Onun bu yargısı, Marx’ın Komünist Manifesto’daki (1848) ünlü cümlesini hatırlatıyor: “Burjuvazi, şimdiye kadar saygı gören ve kutsal sayılan bütün mesleklerin başındaki haleyi söküp atmıştır [...] rahibi, şairi, bilim adamını kendi ücretli işçilerine çevirmiştir.”

Ne var ki, “özgürleştirilmiş sanat anlayışını canlandırmak için [dadacılar], sanatı alçaltan piyasasını en boğucu gazlara gark edecektir”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  KABARENİN DOĞUŞU   Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oy...