ESER ÇÖZÜMLEMELERİ - 2
Eser
Çözümlemeleri:
Fransa’nın
Lascaux Mağarası’ndaki ilk insanlara ait duvar resimleri doğanın ve gerçekliğin
nasıl algılandığına dair birer örnektirler.
“Çoğunlukla
birbirlerinin üzerine düzensiz bir şekilde boyanmış ya da kazınmışlardır.
Bu
bulguların daha iyi bir açıklaması, bunların resim yapmanın insana güç
verdiğine ilişkin evrensel inanışın en eski örnekleri olmasıdır”.
Bu
resimlere detaylı bakıldığında stilize edilmiş boğa figürleri yer almaktadır.
Boğa
figürlerinde ön ve arka ilişkisi dikkati çekmektedir.
Ön
plandaki boğa büyük çizilmiş arka plandakiler ise küçüktür.
Bu
durum resimde perspektifin o çağlarda bilinçli olarak kullanılıp
kullanılmadığına dair soruları da akla getirmektedir.
Araştırma
konusundan hareketle resmin asıl ilginç yanı; figürlerin stilize edilmiş
olmalarıdır.
O
dönemlerde insanların yaşam biçimlerini resmetmeleri duygusal birer iç
tepkilerini göstermektedir.
Duygusal
iç tepkilerin dışavurumu olan sanat, hiçbir zaman doğanın aynısı olmamıştır.
Doğa
ve sanatın ortak yönü subjektif olmalarıdır.
Kişiden
kişiye değişiklik gösterebilmeleridir.
Estetiktirler.
Güzel
üzerine düşünebilme ve yorum yapabilme yetisidirler.
Bu
yüzden sanat ve doğa arasındaki bağ, toplumun görme edinimine göre değişiklik
göstermiştir.
Goya’nın
evinin duvarlarına yapmış olduğu Çocuklarını Yiyen Satürn isimli eseri gerçeğin
temsilinden uzaktır.
Resimde
Satürn’ün kendi çocuklarını yiyerek katlettiği bir sahne görülmektedir.
Gözlerindeki
dehşet ve bedenin deformasyonu sanatçı tarafından bilinçli olarak yapılmıştır.
Satürn’ün
çocuklarını yemesi iktidarın hırsını ve topluma olan etkilerini vahşi bir
şekilde gözler önüne sermiştir.
Eser
incelendiğinde Croce’nin ileri sürdüğü; asıl gerçekliğin ruh, düşünce ve
sezgiler olduğu düşüncesi öne çıkmaktadır.
Eserde
tin asıl gerçekliktir.
Sanatçı
resimde iki farklı olguyu karşı karşıya getirmiştir.
Resimde
görüntü ve tin arasındaki ilişki farklıdır.
Görüntüde
mitolojik bir karakter olan Satürn’ün çocuğunu yeme sahnesi görülmektedir.
Tinsel
açıdan incelendiğinde subliminal bir mesaj verdiği anlaşılmaktadır.
Sanatçı
dönemin İspanyol monarşisine bir tepki olarak insanların baskı ve şiddete maruz
kaldığını ifade etmiştir.
Dolayısıyla
bu eserde mitolojik bir karakter üzerinden topluma dönük bir ifade vardır.
Jules
Bastien-Lepage Fransız realist ressamlardan birisidir.
Sanatçının
Ekim adlı eseri nesnelerin özüne ve gerçekle olan bağına yakındır.
Eserde
diyagonal hatlar ufuk çizgisine bağlı olarak resmin sağ ve sol taraflarında
çapraz bir biçim oluşturmuştur.
Arka
plan ışıklıdır.
Önde
ise geniş bir alana yayılmış toprak rengi ile ışık geçişleri sağlanmıştır.
Resimde
dikkati çeken unsur, tarlada çalışan kadınların beden hareketleri ve
yüzlerindeki ifadelerdir.
Sanatçı
resimdeki renk lekelerini ve nesnelerin gerçekle olan bağını oldukça realist
bir şekilde resmetmiştir.
Resimde
görülen her bir nesne doğanın birer yansımasıdır.
Sanatçı
ifadeyi gerçekçi bir dille ele almıştır.
Resimdeki
benzerlik sanatçının yorumuyla birlikte biçim ve bağlam değişimine uğramıştır.
Böylece
resim doğanın bir kopyası değil bir yorumu olmuştur.
Doğa
ve toplum ilişkisinden yola çıkılarak yapılan bu resimdeki imge ve görüntü
sanatçının bir yorumu olduğu için soyuttur.
Resimde
gerçek olarak algılanan doğa ve toplum, görüntünün kendisi değildir.
Birer
yansımasıdır.
Bu
yüzden doğadaki gerçeklik ile sanattaki gerçeklik farklıdır ve çoğu kez
yanıltıcı olabilmektedir.
Aristoteles’in
şu sözü doğa ve sanatın özerkliğini kanıtlamaktadır:
“Aristoteles’e
göre ne doğa, ne de sanat kendi başına var olan bir güçtür.
Doğa,
bütün doğal cisimlerin özel doğalarının kolektif bir adıdır.
Sanat
ise sanatçılarda bulunan bilfiil bilginin adıdır”.
15.
İstanbul Bienali’nin dikkat çekenlerden birisi de Berlinde De Bruyckere’nin
Konuşmak adlı eseridir.
İki
insanın karşılıklı diyaloğunu anlatan bu eserin ana teması gizlilik ve
muğlaklıktır.
Heykel
formunda ele alınan eserde iki insanın yüzleri battaniyenin altında
seçilememektedir.
Bruyckere,
bedenin yapısı altında kimliksizliği ifade ederek iletişim ve yakınlık arasında
bir tartışma yaratmaktadır.
Bedenin
ve kimliğin belirsizliği kişiye değil topluma dönük bir eleştiriyi barındırır.
Günümüz
toplum yapısına dönük olarak iletişimin saklı ve gizliliğine yapılan bir
eleştiri vardır.
Günümüz
toplumunda iletişim kanallarının tıkandığını ifade etmiştir.
Sanatçı
bedenin mahremiyetini de kullanarak iletişimin gizilliğine vurgu yapmıştır.
“De
Bruyckere’nin Spreken (Konuşmak, 1999) başlıklı yapıtı, tam da bu bağlantıyı
daha öteye taşıyarak insanlar arası iletişim, gizlilik ve birleşme, yakınlık ve
konuşmanın dopdolu ve yoğun bir alegorisine dönüştürüyor”.
Eserde
günlük kullanım eşyası olan battaniye kimi zaman sıcaktan korunmak için kimi
zaman da örtünmek ve saklanmak için kullanılmıştır.
Dolayısıyla
gerçek olduğu gibi eserin içine dahil olarak sanatın malzemeye olan sadakatini
güçlendirmiştir.
Bu
esere göre genel estetik bir yargıdan söz edilemez.
Çünkü
malzeme kavramsal bir fikre dönüşerek sanatın içine dahil olmuştur.
Kuramsal
açıdan değerlendirildiğinde sanatçı kimlik arayışında alçı malzemesini
kullanarak insan bedenini taklit etmiştir.
Ancak
battaniye malzemenin kendisidir.
Böylece
ortaya çıkan eserin görsel etkisi, alıcı üzerinden fikirsel öneme dönüşmüştür.
Sabancı
Müzesinde Ai Weiwei’nin Ay Çekirdekleri isimli eseri toplumların bir
aradalığını ve insanların birbirleriyle olan bağlarını ifade etmektedir.
“İnanılması
güç bir değişkenliği olan bu heykel, porselenden üretilmiş ve Çin’in Jingdezhen
kasabasındaki zanaatkarlar tarafından gerçeğe birebir benzeyecek şekilde elle
boyanmış 100 milyon tane çekirdekten ibaretti”.
Bu
çekirdekler sanatçının bir seçimi olarak sembolik anlamlar içermektedir.
Ay
çekirdekleriyle kurulan imge; inançlar, diller, dinler, mezhepler ve ırkların
bir aradılığını temsil etmektedir.
Sanatçının
politik söylemli bu çalışmasında binlerce kişi ayçiçeklerinin sembolüdür.
Geçmişte
olduğu gibi bugün de insanın temel gereksinimi bir arada olmaktır.
Günlük
hayatta sohbet ederken veya eğlenirken bir tüketim ürünü olarak kullanılan
ayçiçekleri, eserde bir metafora dönüşmüştür.
Sanatçı
porselen bir malzeme ile ayçiçeklerini taklit ederek sanat ve yaşam arasındaki
sınırları aşmıştır.
Sanatçının
taklit unsuruna olan yaklaşımı şu şekilde ifade edilebilir:
Sanatı
günlük yaşamın bir parçası olarak görmek ve sanatın geleneksel kalıplarının
dışına taşmaktır.
Malzemenin
nesnelliği bağlam değiştirerek özne ve kimlik kazanmıştır.
Böylece
eser toplumsal bir eleştiriye dönüşmektedir.
Dolayısıyla
sanatçının ürettiği bu metafor bir yaratmadır.
Güncel
sanatta malzemenin önemi:
Güncel
sanatta durum çok farklı değildir.
Sanatta
doğa ve toplum ilişkisi sanatçının kullandığı malzeme ve düşünce yapısına göre
farklılık gösterebilir.
Güncel
sanat, modernizmden farklı olarak malzeme kullanımına ve yapıtlardaki
eleştiriye önem vermektedir.
Sanatçı
düşüncesini malzeme üzerinden geliştirirken çoğu zaman nesnenin görüntüsünü
aynen korur.
Nesnenin
estetik biçimiyle değil kavramıyla ilgilenir.
“Bugünün
insanının yaşam alanlarını oluşturan hemen her konuyu malzeme yapması,
Sanat=Yaşam mottosu ile varoluşunu yenileyen sanatçı için bu anlamda
kaçınılmazdı”.
Çünkü
yaşam, sanatçının varoluşunu oluşturan temel etmendir.
Sanatçı
yaşamına bağlı olarak sadece estetik değerlerle sanatını icra etmez aynı
zamanda toplumsal düzensizliklerin de odağındadır.
Modernizm,
estetik ve beğeni unsurlarının yerine sanatçının içsel yönelimlerinin ve
kavramsal fikirlerinin önem kazandığı bir dönemdir.
Bu
yüzden sanatçının sanat ve yaşam arasındaki bütünsel yaklaşımı modernizmle
birlikte hız kazanmıştır.
Sanatçının
görme biçimleri:
Taklit,
kopya, dönüşüm ve öykünme gibi kavramlar sanat ve alıcı ilişkisinden
kaynaklanmaktadır.
Sanatçının
doğa karşısındaki mücadelesi hem doğadan bir kopuşu hem de onunla birlikte var
olabilmeyi gerektirir.
John
Berger’in şu sözü önemlidir:
“Şüphesiz,
doğadaki renkler görülmek için vardırlar.
Ama
eğer ressamsanız, bu halleriyle renkler sizin düşmanınızdır.
Onlara
egemen olmayı değil, onlardan kaçmak zorunda olduğunuz için”.
Berger’in
de ifade ettiği gibi doğanın görünüşü ile sanatçının doğayı algılayış biçimi
farklıdır.
Çünkü
görünürdeki renklerin masumiyeti ve çekiciliği sanatçı için kimi zaman bir
kaçış olabilmektedir.
Bununla
birlikte sanatçı doğadan tamamen kopamaz ve onunla beslenebilmektedir.
Ancak
bu süreç sanatçının düşlerine ve toplum karşısındaki rolüne bağlı olarak değişiklik
göstermektedir.
Yazar
Oscar Wilde’ın doğanın sanatçı üzerindeki rolüne ilişkin açıklaması daha
serttir:
“Doğanın
bize hayat verdiği söyleniyor; boş bir laftır bu. Şeyler, biz onları gördüğümüz
için orada dururlar; ne gördüğümüz, o gördüğümüz şeyi nasıl gördüğümüz, bizi
etkilemiş olan sanatlara bağlıdır yalnızca”.
Sanatçı
yaşamı boyunca sürekli nesnelerle iletişim kurarak sanatın felsefeyle olan
bağını güçlendirir.
Bu
yüzden onun yaratma cesareti ve imgelerle olan savaşımı bir bakıma nesne ve
özne arasındaki ilişkiden kaynaklanmaktadır.
Araştırmada
elde edilen bulgularda çağdaş sanatın okuma biçimlerinden yaratma kuramı
öznenin nesneyi dönüştürme güdüsünden kaynaklanmıştır.
Eser
çözümlemelerinden anlaşıldığı üzere sanatçının bu güdüsü hiçbir zaman aynı ve
tek düze olmamıştır.
Yineleme
ve tekrara düşme kaygısı sanatçının bir problemi olmuştur.
Bu
yüzden sanatçının görme ediniminin farklılık gösterdiği anlaşılmıştır.
“Sanatçı
bu dünyaya bakarak başka dünyalar görür.
Sanatçı
dışavurumu olarak bu eylem, onu daha başlangıçta Platonist bir kategoriyle
ilişkilendirir”.
Platon’un
bu yaklaşımından hareketle sanatçının gerçek dünya ve duyular dünyasıyla olan
ilişkisini belirleyen etkenlerin alıcıdan kaynaklandığı anlaşılmıştır.
Sanatçının
alıcıya, alıcının da sanatçıya olan yaklaşımı sanatın sınırlarını belirleyerek
yaratma cesaretine de katkı sağlamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder