3 Aralık 2022 Cumartesi

  ESER ÇÖZÜMLEMELERİ - 2

 

 Eser Çözümlemeleri:

 Fransa’nın Lascaux Mağarası’ndaki ilk insanlara ait duvar resimleri doğanın ve gerçekliğin nasıl algılandığına dair birer örnektirler.

 “Çoğunlukla birbirlerinin üzerine düzensiz bir şekilde boyanmış ya da kazınmışlardır.

 Bu bulguların daha iyi bir açıklaması, bunların resim yapmanın insana güç verdiğine ilişkin evrensel inanışın en eski örnekleri olmasıdır”.

Bu resimlere detaylı bakıldığında stilize edilmiş boğa figürleri yer almaktadır.

 Boğa figürlerinde ön ve arka ilişkisi dikkati çekmektedir.

Ön plandaki boğa büyük çizilmiş arka plandakiler ise küçüktür.

Bu durum resimde perspektifin o çağlarda bilinçli olarak kullanılıp kullanılmadığına dair soruları da akla getirmektedir.

Araştırma konusundan hareketle resmin asıl ilginç yanı; figürlerin stilize edilmiş olmalarıdır.

O dönemlerde insanların yaşam biçimlerini resmetmeleri duygusal birer iç tepkilerini göstermektedir.

Duygusal iç tepkilerin dışavurumu olan sanat, hiçbir zaman doğanın aynısı olmamıştır.

Doğa ve sanatın ortak yönü subjektif olmalarıdır.

Kişiden kişiye değişiklik gösterebilmeleridir.

Estetiktirler.

 Güzel üzerine düşünebilme ve yorum yapabilme yetisidirler.

Bu yüzden sanat ve doğa arasındaki bağ, toplumun görme edinimine göre değişiklik göstermiştir.

 Goya’nın evinin duvarlarına yapmış olduğu Çocuklarını Yiyen Satürn isimli eseri gerçeğin temsilinden uzaktır.

 Resimde Satürn’ün kendi çocuklarını yiyerek katlettiği bir sahne görülmektedir.

Gözlerindeki dehşet ve bedenin deformasyonu sanatçı tarafından bilinçli olarak yapılmıştır.

Satürn’ün çocuklarını yemesi iktidarın hırsını ve topluma olan etkilerini vahşi bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Eser incelendiğinde Croce’nin ileri sürdüğü; asıl gerçekliğin ruh, düşünce ve sezgiler olduğu düşüncesi öne çıkmaktadır.

Eserde tin asıl gerçekliktir.

Sanatçı resimde iki farklı olguyu karşı karşıya getirmiştir.

 Resimde görüntü ve tin arasındaki ilişki farklıdır.

Görüntüde mitolojik bir karakter olan Satürn’ün çocuğunu yeme sahnesi görülmektedir.

Tinsel açıdan incelendiğinde subliminal bir  mesaj verdiği anlaşılmaktadır.

Sanatçı dönemin İspanyol monarşisine bir tepki olarak insanların baskı ve şiddete maruz kaldığını ifade etmiştir.

Dolayısıyla bu eserde mitolojik bir karakter üzerinden topluma dönük bir ifade vardır.

 Jules Bastien-Lepage Fransız realist ressamlardan birisidir.

Sanatçının Ekim adlı eseri nesnelerin özüne ve gerçekle olan bağına yakındır.

Eserde diyagonal hatlar ufuk çizgisine bağlı olarak resmin sağ ve sol taraflarında çapraz bir biçim oluşturmuştur.

Arka plan ışıklıdır.

Önde ise geniş bir alana yayılmış toprak rengi ile ışık geçişleri sağlanmıştır.

 Resimde dikkati çeken unsur, tarlada çalışan kadınların beden hareketleri ve yüzlerindeki ifadelerdir.

 Sanatçı resimdeki renk lekelerini ve nesnelerin gerçekle olan bağını oldukça realist bir şekilde resmetmiştir.

Resimde görülen her bir nesne doğanın birer yansımasıdır.

Sanatçı ifadeyi gerçekçi bir dille ele almıştır.

 Resimdeki benzerlik sanatçının yorumuyla birlikte biçim ve bağlam değişimine uğramıştır.

Böylece resim doğanın bir kopyası değil bir yorumu olmuştur.

Doğa ve toplum ilişkisinden yola çıkılarak yapılan bu resimdeki imge ve görüntü sanatçının bir yorumu olduğu için soyuttur.

Resimde gerçek olarak algılanan doğa ve toplum, görüntünün kendisi değildir.

Birer yansımasıdır.

Bu yüzden doğadaki gerçeklik ile sanattaki gerçeklik farklıdır ve çoğu kez yanıltıcı olabilmektedir.

Aristoteles’in şu sözü doğa ve sanatın özerkliğini kanıtlamaktadır:

“Aristoteles’e göre ne doğa, ne de sanat kendi başına var olan bir güçtür.

Doğa, bütün doğal cisimlerin özel doğalarının  kolektif bir adıdır.

Sanat ise sanatçılarda bulunan bilfiil bilginin adıdır”.

15. İstanbul Bienali’nin dikkat çekenlerden birisi de Berlinde De Bruyckere’nin Konuşmak adlı eseridir.

İki insanın karşılıklı diyaloğunu anlatan bu eserin ana teması gizlilik ve muğlaklıktır.

Heykel formunda ele alınan eserde iki insanın yüzleri battaniyenin altında seçilememektedir.

Bruyckere, bedenin yapısı altında kimliksizliği ifade ederek iletişim ve yakınlık arasında bir tartışma yaratmaktadır.

Bedenin ve kimliğin belirsizliği kişiye değil topluma dönük bir eleştiriyi barındırır.

Günümüz toplum yapısına dönük olarak iletişimin saklı ve gizliliğine yapılan bir eleştiri vardır.

Günümüz toplumunda iletişim kanallarının tıkandığını ifade etmiştir.

Sanatçı bedenin mahremiyetini de kullanarak iletişimin gizilliğine vurgu yapmıştır.

 “De Bruyckere’nin Spreken (Konuşmak, 1999) başlıklı yapıtı, tam da bu bağlantıyı daha öteye taşıyarak insanlar arası iletişim, gizlilik ve birleşme, yakınlık ve konuşmanın dopdolu ve yoğun bir alegorisine dönüştürüyor”.

Eserde günlük kullanım eşyası olan battaniye kimi zaman sıcaktan korunmak için kimi zaman da örtünmek ve saklanmak için kullanılmıştır.

Dolayısıyla gerçek olduğu gibi eserin içine dahil olarak sanatın malzemeye olan sadakatini güçlendirmiştir.

Bu esere göre genel estetik bir yargıdan söz edilemez.

Çünkü malzeme kavramsal bir fikre dönüşerek sanatın içine dahil olmuştur.

 Kuramsal açıdan değerlendirildiğinde sanatçı kimlik arayışında alçı malzemesini kullanarak insan bedenini taklit etmiştir.

 Ancak battaniye malzemenin kendisidir.

Böylece ortaya çıkan eserin görsel etkisi, alıcı üzerinden fikirsel öneme dönüşmüştür.

Sabancı Müzesinde Ai Weiwei’nin Ay Çekirdekleri isimli eseri toplumların bir aradalığını ve insanların birbirleriyle olan bağlarını ifade etmektedir.

“İnanılması güç bir değişkenliği olan bu heykel, porselenden üretilmiş ve Çin’in Jingdezhen kasabasındaki zanaatkarlar tarafından gerçeğe birebir benzeyecek şekilde elle boyanmış 100 milyon tane çekirdekten ibaretti”.

Bu çekirdekler sanatçının bir seçimi olarak sembolik anlamlar içermektedir.

Ay çekirdekleriyle kurulan imge; inançlar, diller, dinler, mezhepler ve ırkların bir aradılığını temsil etmektedir.

Sanatçının politik söylemli bu çalışmasında binlerce kişi ayçiçeklerinin sembolüdür.

Geçmişte olduğu gibi bugün de insanın temel gereksinimi bir arada olmaktır.

Günlük hayatta sohbet ederken veya eğlenirken bir tüketim ürünü olarak kullanılan ayçiçekleri, eserde bir metafora dönüşmüştür.

 Sanatçı porselen bir malzeme ile ayçiçeklerini taklit ederek sanat ve yaşam arasındaki sınırları aşmıştır.

Sanatçının taklit unsuruna olan yaklaşımı şu şekilde ifade edilebilir:

Sanatı günlük yaşamın bir parçası olarak görmek ve sanatın geleneksel kalıplarının dışına taşmaktır.

Malzemenin nesnelliği bağlam değiştirerek özne ve kimlik kazanmıştır.

Böylece eser toplumsal bir eleştiriye dönüşmektedir.

Dolayısıyla sanatçının ürettiği bu metafor bir yaratmadır.

Güncel sanatta malzemenin önemi:

Güncel sanatta durum çok farklı değildir.

Sanatta doğa ve toplum ilişkisi sanatçının kullandığı malzeme ve düşünce yapısına göre farklılık gösterebilir.

Güncel sanat, modernizmden farklı olarak malzeme kullanımına ve yapıtlardaki eleştiriye önem vermektedir.

 Sanatçı düşüncesini malzeme üzerinden geliştirirken çoğu zaman nesnenin görüntüsünü aynen korur.

  Nesnenin estetik biçimiyle değil kavramıyla ilgilenir.

“Bugünün insanının yaşam alanlarını oluşturan hemen her konuyu malzeme yapması, Sanat=Yaşam mottosu ile varoluşunu yenileyen sanatçı için bu anlamda kaçınılmazdı”.

Çünkü yaşam, sanatçının varoluşunu oluşturan temel etmendir.

Sanatçı yaşamına bağlı olarak sadece estetik değerlerle sanatını icra etmez aynı zamanda toplumsal düzensizliklerin de odağındadır.

Modernizm, estetik ve beğeni unsurlarının yerine sanatçının içsel yönelimlerinin ve kavramsal fikirlerinin önem kazandığı bir dönemdir.

Bu yüzden sanatçının sanat ve yaşam arasındaki bütünsel yaklaşımı modernizmle birlikte hız kazanmıştır.

 Sanatçının görme biçimleri:

Taklit, kopya, dönüşüm ve öykünme gibi kavramlar  sanat ve alıcı ilişkisinden kaynaklanmaktadır.

Sanatçının doğa karşısındaki mücadelesi hem doğadan bir kopuşu hem de onunla birlikte var olabilmeyi gerektirir.

John Berger’in şu sözü önemlidir:

 “Şüphesiz, doğadaki renkler görülmek için vardırlar.

Ama eğer ressamsanız, bu halleriyle renkler sizin düşmanınızdır.

Onlara egemen olmayı değil, onlardan kaçmak zorunda olduğunuz için”.

 Berger’in de ifade ettiği gibi doğanın görünüşü ile sanatçının doğayı algılayış biçimi farklıdır.

Çünkü görünürdeki renklerin masumiyeti ve çekiciliği sanatçı için kimi zaman bir kaçış olabilmektedir.

Bununla birlikte sanatçı doğadan tamamen kopamaz ve onunla beslenebilmektedir.

Ancak bu süreç sanatçının düşlerine ve toplum karşısındaki rolüne bağlı olarak değişiklik göstermektedir.

 Yazar Oscar Wilde’ın doğanın sanatçı üzerindeki rolüne ilişkin açıklaması daha serttir:

“Doğanın bize hayat verdiği söyleniyor; boş bir laftır bu. Şeyler, biz onları gördüğümüz için orada dururlar; ne gördüğümüz, o gördüğümüz şeyi nasıl gördüğümüz, bizi etkilemiş olan sanatlara bağlıdır yalnızca”.

 Sanatçı yaşamı boyunca sürekli nesnelerle iletişim kurarak sanatın felsefeyle olan bağını güçlendirir.

Bu yüzden onun yaratma cesareti ve imgelerle olan savaşımı bir bakıma nesne ve özne arasındaki ilişkiden kaynaklanmaktadır.

Araştırmada elde edilen bulgularda çağdaş sanatın okuma biçimlerinden yaratma kuramı öznenin nesneyi dönüştürme güdüsünden kaynaklanmıştır.

Eser çözümlemelerinden anlaşıldığı üzere sanatçının bu güdüsü hiçbir zaman aynı ve tek düze olmamıştır.

Yineleme ve tekrara düşme kaygısı sanatçının bir problemi olmuştur.

 Bu yüzden sanatçının görme ediniminin farklılık gösterdiği anlaşılmıştır.

 “Sanatçı bu dünyaya bakarak başka dünyalar görür.

Sanatçı dışavurumu olarak bu eylem, onu daha başlangıçta Platonist bir kategoriyle ilişkilendirir”.

Platon’un bu yaklaşımından hareketle sanatçının gerçek dünya ve duyular dünyasıyla olan ilişkisini belirleyen etkenlerin alıcıdan kaynaklandığı anlaşılmıştır.

Sanatçının alıcıya, alıcının da sanatçıya olan yaklaşımı sanatın sınırlarını belirleyerek yaratma cesaretine de katkı sağlamıştır.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  KABARENİN DOĞUŞU   Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oy...