HİLMİ ZİYA ÜLKEN - 2
Ülken'in Birikimi ve Sanat Historiyografisi
Hilmi Ziya Ülken, Türkiye'de felsefe
ve sosyoloji alanlarının örgütlenmesi için inanılmaz bir çaba gösteriyor.
Üniversitelerdeki derslerinin ve
konferanslarının yanı sıra, Yirminci Asır Filozofları ve İçtimai
Doktrinler Tarihi gibi sayısız kitabıyla çağdaş felsefe ve
sosyoloji dünyasının tanınmasına çaba gösteriyor.
Türk Felsefe Cemiyeti (1927) ve Türk
Sosyoloji Cemiyeti'ni (1949) kuruyor ve dergilerini yönetiyor.
Başka dergilerin de yayınlanmasına
katılıyor ve yüzlerce makale yazıyor.
Bir yandan da, çevresinde gelişmekte olan
düşünce dünyasını tarihleştiriyor: Türkiye'de Çağdaş Düşünce
Tarihi (1966).
Ama asıl önemlisi, zamanındaki
modernleşme dinamiklerini inceleyen; din, ulus, devlet, Şark, Garp, sanat,
kültür gibi meseleler arasındaki ezeli "diyalektikler" üzerine
geliştirdiği kendi teorilerdir.
Bu konulardaki Avrupa-merkezli
kalıpları tartışan, eleştiren alternatif tezlerdir.
Ülken'in düşünceleri sürekli bir
arayış ve eleştiri süreci içinde gelişiyor.
İlkin Ziya Gökalp'ın Durkheim'cı
pozitivist "içtimaiyyatı"na karşı çıkıyor.
Ve Durkheim karşıtı Mustafa Şekip
Tunç, İsmail Hakkı gibi Bergsoncu arkadaşlarıyla birlikte oluyor.
Ama o Bergson'dan ziyade, ona yakın
olan Emile Boutroux'un "plüralist felsefesine" bağlanıyor.
Oradan Spinoza'yı keşfediyor.
Onun etkisiyle Aşk
Ahlakı (1933) kitabını kaleme alıyor.
"Felsefeye toplum sorunlarıyla
girdiğini" belirttiği bu kitabının "son sayfalarına doğru
kapitalist toplumun sert bir eleştirisi ile karşılaşmaktayız".
Daha sonra "ilimci bir
sosyoloji" arayışıyla Marksizme ve tarihsel maddeciliğe yöneliyor.
Hatta Yirminci Asır
Filozofları'nda (1936), idealizm ile materyalizm arasında bocalayanlara
Lenin'in Materyalizm ve Ampiriokritisizm kitabını okumalarını
öneriyor.
Tahmin edileceği gibi Resim
ve Cemiyet'in toplumsal sanat tarihi tezi de bu Marksist döneminin
eseridir.
Ülken, her ne kadar 1958'de
yazdığı Tarihî Maddeciliğe Reddiye kitabıyla Marksizmden
ayrılsa da, üniversitelerde ve aydınlar arasında sol düşüncenin
yayılmasında rol oynamıştır.
Özellikle, Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi'nde önce ırkçı saldırılara uğrayan, arkasından da 1948'de
üniversiteden tasfiye edilen Behice Boran, Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes
ve Pertev Naili Boratav üzerinde etkisi olduğu bilinir.
Zaten kendisi de 1960 yılında
tasfiye olacaktır.
Ülken zamanının bütün müesses ve
resmî ideolojileriyle hesaplaştığı düşünsel evrimi boyunca hep bir hümanizm ve
evrensel modernlik fikrine bağlı kaldı.
"İnsan kavramının merkez olduğu
bir sistem kurmak istedi.
Bir yanında 'insan', diğer yanında
'evren' olan ve diyadoloji adını verdiği bu özgün felsefeyi geliştirme
yolunda çaba gösterdi.
Bu bizdeki ilk felsefi sistemi kurma
çabasıydı."
Bu çerçevede Ziya Gökalp'ın,
harsla (kültürle) medeniyeti ayırdığı; lkini millî, ikincisini beynelmilel
saydığı resmî milliyetçilik tezine karşı çıktı.
Ve kültür-medeniyet ayrımını
reddettiği gibi, Doğu-Batı ayrımını da reddetti.
Ülken'in, 1965 yılında
yayınladığı Değerler, Kültür ve Sanat kitabı İTÜ'deki iki
konferansına aittir.
Bu konferanslarında "sanatı
sosyoloji ve felsefe bakımlarından inceleyen" bir estetik
kuramı sunmaktadır.
Sonunda gene, baştan beri sanatın
toplumsal doğasına duyduğu bağlılığı pekiştirir.
Ona göre, "güzellik hükümleri
keyfî değildir; psiko-sosyal davranışın mahsülüdür.
Sanatı bir sistem olarak alınca bu
hükümlerin neden ve neye göre değiştiğini anlayabiliriz...
Gerçekten de, sanat eserini tek
başına değil, içinde bulunduğu sistemle birlikte göz önüne almadıkça onu
anlamak ve değerlendirmek mümkün değildir."
Ülken'in Resim ve Cemiyet'i
herhalde Türkiye'nin yegâne sanat tarihi teorisi.
Bu teorisini Batı felsefesi ve
sosyolojisine ilişkin, Cumhurhuriyet'in kurucu ideolojilerine ve modernleşme
sorunlarına ilşkin incelemeleriyle ve eleştirileriyle de eklemliyor.
Hep arıyor, araştırıyor ve
tartışıyor.
Ne yazık ki Ülken'in yarattığı bu
birikim, sanatla ilgili tarih yazımını egemenlikleri altına alan Akademi
ressamlarının ilgisini çekmiyor.
Sonunda, ressamların meslekleşme
girişimlerine ve akademik çekişmelere dayalı bir meslek birlikleri
kronolojisi sanat tarihinin yerini alıyor.
Başta Nurullah Berk olmak üzere bir
avuç ressam kendi tarihlerinden sanat tarihi ve modernlik kuramları inşa
ediyor.
Ve bu tuhaf 'tarih', sanat
eserlerini temel almak yerine, metinlerden metinlere devrolup yerleşiyor
ve bugünlere kadar geliyor.
Sanat tarihi çalışmalarının
tükendiği bu ortamda değişeceği de pek yok.
Geometri, Sanat, Felsefe
Son olarak, Cumhuriyet'in ilk
dönemlerinde, gerek sanatla ilgili, gerek modernleşmeyle ilgili, gerekse
her ikisinin senteziyle ilgili düşüncelere damgasını vuran geometri (hendese)
konusuna değineceğim.
O zamanlar, İsmail Hakkı, Şekip Tunç
gibi aydınlar kadar, Nurullah Berk gibi birçok sanatçı nezdinde de
geometri, hem estetiğin hem de toplumsal örgütlenmenin, modernleşmenin bir
ilkesini aydınlatıyordu.
Zamanın 'kübizm' ideolojisiyle de
bağlanan bu geometri meselesi üzerinde daha önce de durmuştum.
Şimdi, gerek Ülken'in gerekse onun
gibi estetikle ilgilenen yukarda andığım diğer aydınların üzerinde
etkili olan felsefelere baktığımızda "geometri ilkesinin" diğer
kaynaklarına ilişkin izleri de keşfediyoruz.
Ülken'in Türkiye'de
Çağdaş Düşünce Tarihi, 20. yüzyıl başında aydınlar arasında ciddi
bir "Bergsonizm" etkisinden bahsediyor.
Kübistleri de esinlendiren Bergson
düşüncesinde "geometri" gayet temel.
Hem evrene, hem doğaya, hem de
düşünmeye içkin olan bir ilke.
Ayrıca Ülken, Geometrik
Düzene Göre Kanıtlanmış ETİKA'nın yazarı
Spinoza'nın
da etkisi altında.
Hobbes, Leibniz, Descartes gibi
büyük filozoflar da, felsefelerini 'matematikleştirmeye' ilgi duymuş.
Dolayısıyla gerek Batı'da, gerekse
Türkiye'de iki savaş arasında canlanan geometri fikriyatının antik Yunan
felsefesi kadar önemli bir kaynağı da, halindeki modern felsefe olmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder