2 Aralık 2022 Cuma

 HİLMİ ZİYA ÜLKEN - 2

 

 Ülken'in Birikimi ve Sanat Historiyografisi

 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye'de felsefe ve sosyoloji alanlarının örgütlenmesi için inanılmaz bir çaba gösteriyor.

 Üniversitelerdeki derslerinin ve konferanslarının yanı sıra, Yirminci Asır Filozofları ve İçtimai Doktrinler Tarihi gibi sayısız kitabıyla çağdaş felsefe ve sosyoloji dünyasının tanınmasına çaba gösteriyor.

 Türk Felsefe Cemiyeti (1927) ve Türk Sosyoloji Cemiyeti'ni (1949) kuruyor ve dergilerini yönetiyor.

 Başka dergilerin de yayınlanmasına katılıyor ve yüzlerce makale yazıyor.

Bir yandan da, çevresinde gelişmekte olan düşünce dünyasını tarihleştiriyor: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi (1966).

 Ama asıl önemlisi, zamanındaki modernleşme dinamiklerini inceleyen; din, ulus, devlet, Şark, Garp, sanat, kültür gibi meseleler arasındaki ezeli "diyalektikler" üzerine geliştirdiği kendi teorilerdir.

 Bu konulardaki Avrupa-merkezli kalıpları tartışan, eleştiren alternatif tezlerdir.

 Ülken'in düşünceleri sürekli bir arayış ve eleştiri süreci içinde gelişiyor.

İlkin Ziya Gökalp'ın Durkheim'cı pozitivist "içtimaiyyatı"na karşı çıkıyor.

 Ve Durkheim karşıtı Mustafa Şekip Tunç, İsmail Hakkı gibi Bergsoncu arkadaşlarıyla birlikte oluyor.

 Ama o Bergson'dan ziyade, ona yakın olan Emile Boutroux'un "plüralist felsefesine" bağlanıyor.

 Oradan Spinoza'yı keşfediyor.

 Onun etkisiyle Aşk Ahlakı (1933) kitabını kaleme alıyor.

 "Felsefeye toplum sorunlarıyla girdiğini" belirttiği bu kitabının  "son sayfalarına doğru kapitalist toplumun sert bir eleştirisi ile karşılaşmaktayız".

Daha sonra "ilimci bir sosyoloji" arayışıyla Marksizme ve tarihsel maddeciliğe yöneliyor.

 Hatta Yirminci Asır Filozofları'nda (1936), idealizm ile materyalizm arasında bocalayanlara Lenin'in Materyalizm ve Ampiriokritisizm kitabını okumalarını öneriyor.

  Tahmin edileceği gibi Resim ve Cemiyet'in toplumsal sanat tarihi tezi de bu Marksist döneminin eseridir.

 Ülken, her ne kadar 1958'de yazdığı Tarihî Maddeciliğe Reddiye kitabıyla Marksizmden ayrılsa da, üniversitelerde ve aydınlar arasında sol düşüncenin yayılmasında rol oynamıştır.

 Özellikle, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde önce ırkçı saldırılara uğrayan, arkasından da 1948'de üniversiteden tasfiye edilen Behice Boran, Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav üzerinde etkisi olduğu bilinir.

 Zaten kendisi de 1960 yılında tasfiye olacaktır.

 Ülken zamanının bütün müesses ve resmî ideolojileriyle hesaplaştığı düşünsel evrimi boyunca hep bir hümanizm ve evrensel modernlik fikrine bağlı kaldı.

 "İnsan kavramının merkez olduğu bir sistem kurmak istedi.

 Bir yanında 'insan', diğer yanında 'evren' olan ve diyadoloji adını verdiği bu özgün felsefeyi geliştirme yolunda çaba gösterdi.

Bu bizdeki ilk felsefi sistemi kurma çabasıydı."

  Bu çerçevede Ziya Gökalp'ın, harsla (kültürle) medeniyeti ayırdığı; lkini millî, ikincisini beynelmilel saydığı resmî milliyetçilik tezine karşı çıktı.

 Ve kültür-medeniyet ayrımını reddettiği gibi, Doğu-Batı ayrımını da reddetti.

 Ülken'in, 1965 yılında yayınladığı Değerler, Kültür ve Sanat kitabı İTÜ'deki iki konferansına aittir.

 Bu konferanslarında "sanatı sosyoloji ve felsefe bakımlarından inceleyen"  bir estetik kuramı sunmaktadır.

 Sonunda gene, baştan beri sanatın toplumsal doğasına duyduğu bağlılığı pekiştirir.

 Ona göre, "güzellik hükümleri keyfî değildir; psiko-sosyal davranışın mahsülüdür.

 Sanatı bir sistem olarak alınca bu hükümlerin neden ve neye göre değiştiğini anlayabiliriz...

 Gerçekten de, sanat eserini tek başına değil, içinde bulunduğu sistemle birlikte göz önüne almadıkça onu anlamak ve değerlendirmek mümkün değildir."

 Ülken'in Resim ve Cemiyet'i herhalde Türkiye'nin yegâne sanat tarihi teorisi.

 Bu teorisini Batı felsefesi ve sosyolojisine ilişkin, Cumhurhuriyet'in kurucu ideolojilerine ve modernleşme sorunlarına ilşkin incelemeleriyle ve eleştirileriyle de eklemliyor.

 Hep arıyor, araştırıyor ve tartışıyor.

 Ne yazık ki Ülken'in yarattığı bu birikim, sanatla ilgili tarih yazımını egemenlikleri altına alan Akademi ressamlarının ilgisini çekmiyor.

 Sonunda, ressamların meslekleşme girişimlerine ve akademik çekişmelere dayalı bir meslek birlikleri kronolojisi sanat tarihinin yerini alıyor.

 Başta Nurullah Berk olmak üzere bir avuç ressam kendi tarihlerinden sanat tarihi ve modernlik kuramları inşa ediyor.

 Ve bu tuhaf 'tarih', sanat eserlerini temel almak yerine, metinlerden metinlere devrolup yerleşiyor ve bugünlere kadar geliyor.

 Sanat tarihi çalışmalarının tükendiği bu ortamda değişeceği de pek yok.

 

Geometri, Sanat, Felsefe

 Son olarak, Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde, gerek sanatla ilgili, gerek modernleşmeyle ilgili, gerekse her ikisinin senteziyle ilgili düşüncelere damgasını vuran geometri (hendese) konusuna değineceğim.

 O zamanlar, İsmail Hakkı, Şekip Tunç gibi aydınlar kadar, Nurullah Berk gibi birçok sanatçı nezdinde de geometri, hem estetiğin hem de toplumsal örgütlenmenin, modernleşmenin bir ilkesini aydınlatıyordu.

 Zamanın 'kübizm' ideolojisiyle de bağlanan bu geometri meselesi üzerinde daha önce de durmuştum.

 

 Skop-dergi'nin 18. sayısında da (3/4/2018), bu geometrik klasizm doktrininin, 1914'te Paris'te uyanan, ama giderek iki savaş arasında bütün Avrupa'yı ve giderek Avrupa'nın kolonilerini de etkileyen "düzene dönüş" rejimindeki kaynaklarını aydınlatmaya çalışmıştım.

 Şimdi, gerek Ülken'in gerekse onun gibi estetikle ilgilenen yukarda andığım  diğer aydınların üzerinde etkili olan felsefelere baktığımızda "geometri ilkesinin" diğer kaynaklarına ilişkin izleri de keşfediyoruz.

  Ülken'in Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, 20. yüzyıl başında aydınlar arasında ciddi bir "Bergsonizm" etkisinden bahsediyor.

 Kübistleri de esinlendiren Bergson düşüncesinde "geometri" gayet temel.

 Hem evrene, hem doğaya, hem de düşünmeye içkin olan bir ilke.

 Ayrıca Ülken, Geometrik Düzene Göre Kanıtlanmış ETİKA'nın yazarı

      Spinoza'nın da etkisi altında.

 Hobbes, Leibniz, Descartes gibi büyük filozoflar da, felsefelerini 'matematikleştirmeye' ilgi duymuş.

 Dolayısıyla gerek Batı'da, gerekse Türkiye'de iki savaş arasında canlanan geometri fikriyatının antik Yunan felsefesi kadar önemli bir kaynağı da, halindeki modern felsefe olmalı.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  KABARENİN DOĞUŞU   Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oy...