NEJAD DEVRİM - 2
Postkolonyalizm
Estetik modernizmi Batı'nın
hegemonyasından kurtaran –başta Paris olmak üzere Batı merkezlerinden
Batı-dışına yayılan bir olay olmaktan çıkaran– postkolonyal teori
olmuştur.
Türkiye'deki modernist sürece de
böyle uyanıyoruz.
Avrupa-merkezli modernlik anlatısı,
modernliği Batı'da ortaya çıkan, ve Batı'nın sömürgecilik süreciyle
kolonilere ve Batı-dışı toplumlara yayılan evrensel, homojen bir olay
olarak hikâye eder.
Doğal olarak "modern
sanat" da aynı Avrupa-merkezli tarihi izler.
Buna göre, modernlik Avrupa'ya ait
bir hadisedir.
Avrupa'da gelişen uluslaşma,
sanayileşme ve kentleşmenin sonucudur.
Siyasi kurumları 1789 Fransız
Devrimi, ekonomik kurumları gene aynı zamanlarda gerçekleşen Sanayi
Devrimi'nin eseridir.
Avrupa'da Rönesans'tan itibaren
ortaya çıkan gelişmelerin bütün dünya tarihini belirlediğine, evrensel ve
bütüncül olduğuna ilişkin anlatılar 1970'lerin sonundan itibaren
sarsılmaya başlar.
İnsanlığın modernlikle birlikte
topyekûn ilerlemesine dayalı teleolojik büyük anlatılar krize girer.
İşte postkolonyal teori bu kriz
zamanında Hindistan'da peyda oldu.
Postkolonyalizm, modernlik
üzerindeki Batı tekelini reddederek, başka başka kültürlere göre
birbirinden farklılaşan çoğul ve heterojen bir modernlik ve modernizm
fikrini ortaya attı.
Postkolonyalistler Hindistan gibi
sömürgelerin toplumsal, ekonomik, siyasal formasyonlarının yapısal olarak
Batı'dan farklı olduğunu; bu nedenle de farklı bir modernlik yolu
izlediğini öne sürüyorlardı.
Dolayısıyla, Batı'nın evrensel
olduğu varsayılan teorileriyle, tarihleriyle Doğu'yu kavramak mümkün
değildi.
Öte yandan, kolonilerin etkilerini
hesaba katmadan, emperyal ilişkileri dışında bir Batı tasavvur etmek de
mümkün değildi.
Batı Doğu'yu tanımladığı kadar, Doğu
da Batı'yı tanımlamıştı.
Kolonilerin ve kolonyalistlerin
kültürleri birbirine geçmiş, harmanlanmıştı.
Poskolonyal teori, tarihi bütün
karmaşıklığı ve melezliği içersinde yeniden inşa etmeyi önerir.
Sömürgelerin ve diğer çevre toplumların
kendilerine özgü modernliklerini, modernizmlerini, kendi kültür ve sanatlarının
özerkliğini ve yaratıcılığını keşfetmeye bir çağrıdır.
Ve
bu çağrı beklenmedik bir yankı uyandırmıştır.
Sadece
Afrika'da, Latin Amerika'da ve Doğu'da değil, aynı zamanda Batı
merkezlerinde de etkili olmuştur.
Postkolonyal
teoriyle birlikte oryantalizm eleştirileri de canlandı.
Kurucu Edward Said
1978'de Oryantalizm kitabını, 1993'te de onun devamı
sayılan Kültür ve Emperyalizm'i yayınladı.
İlk kitabını sunarken şunları
yazıyordu:
“Şark sadece Avrupa'ya bitişik
değildir.
Aynı zamanda Avrupa'nın en zengin ve
eski kolonilerinin olduğu yerdir.
Dillerinin ve uygarlıklarının
kaynağıdır; kültürel rakibidir.
Aynı zamanda onun karşıt bir imgesi,
fikri, kişiliği ve tecrübesi olarak Şark Avrupa'nın (ya da Batı'nın)
tanımlanmasına yardımcı olmuştur...
Şark Avrupa'nın maddi anlamda
uygarlığının ve kültürünün bölünmez parçasıdır."
O nedenle modernleşmenin tarihi aynı
zamanda kolonileşmenin tarihidir.
Said'e göre oryantalizm, sosyoloji,
antropoloji, psikoloji, filoloji ve tarih gibi alanlarda yürütülen yoğun
araştırmalar yoluyla sadece Garp'ın Şark'ı anlamasının aracı değil, aynı
zamanda onu denetlemesinin, ona hükmetmesinin ve hatta "açık
açık farklı, eşşiz olan bir dünyayı kendine katmasının"
aracıdır.
Postkolonyal teori ve oryantalizm, Batı
tarihçiliğinde köklü değişimlere ön ayak olmuştur.
Hegemonik, homojen Avrupa-merkezli
anlatıların yerini, heterojen, melez, kozmopolit 'okumalar' almaya
başlamıştır.
Örneğin modernizmin bir Batı yaratısı
olduğuna ilşkin efsane sorgulanmaya başlamıştır.
Picasso'nun, Batı modernizminin
ikonu sayılan 1907 tarihli
Avignonlu Kadınlar tablosuna ait
arkeoloji bu sorgulamaya bir örnektir.
Bir kere bu tablonun vatanı Paris
değil, Barselona'dır.
Zaten Picasso da Malaga'dandır .
Avignonlu Kadınlar, ressamın
Barselona'da müdavimi olduğu genelevdeki beş fahişenin resmidir.
Üstelik bu beş fahişe o zamanlar
sanattan bile sayılmayan Afrika fetişleri olarak resmedilmiştir.
Picasso'nun Afrika sanatını keşfiyle
uyanan kübizm, giderek 20. yüzyıl boyunca Batı-dışındaki sanatların hemen
hepsine tercüme olmuştur.
Hatta yer yer, bizde olduğu gibi bir
modernleşme söylemine dönüşmüştür.
Türkiye'de modernleşme edebiyatının
ve modern pedagojinin kurucularından İsmail Hakkı Baltacıoğlu'na göre
kübizm, "asriyat" (çağdaşlık) demektir, "beynelmilellik"
demektir.
Hatta kübizmin "demokrasinin
mimarideki [ve sanattaki] tecellisi"olduğunu söyler.
İsmail Hakkı'ya ilerde döneceğim.
Yani sonuçta, Batı merkezlerinin, estetiğini
hiçbir şekilde kavramadan kendilerine mal ettikleri ve
"primitivizm" olarak nitelendirerek sanat tarihinin dışına
attıkları Afrika sanatı, kübizme büründükten sonra dönüp dolaşıp gene
Afrika ülkeleri gibi kolonilere dönmüş ve onların sanatlarını da
dönüştürmüştür.
Gerçekten de, kübizmin
kültürlerarası tercümelerinin yarattığı örüntüler son derece öğreticidir.
Modernizmin Batılı olduğu kadar, ne
denli Doğulu olduğunu da sergiler.
Aslında "modernizm" terimi
de 1880'lerde Nikaragualı yazar Ruben Dario tarafından icat edilmiştir.
Dario kapitalizme ve kolonyalizme
karşıdır ve eleştiri yazıları Mallarmé ve
Baudelaire tonundadır.
"Modernizm" terimi
Atlantiği aştıktan sonra ilk kez Picasso'nun memleketi Barselona'ya demir atmış
ve gene Dario tarafından Gaudi'nin mimarlığını tanımlamak için kullanılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder