KARA ÖLÜM VE AVRUPA SANATI - 2
Kara Ölüm'le Dönüşen
Tarihler
14. yüzyılda
Avrupa'yı kasıp kavuran veba salgınının bir evveliyatı var: Jüstinyen
Vebası.
540'larda Bizans
İmparatorluğu'nda, Jüstinyen döneminde ortaya çıkıyor.
Konstantinopolis'e
Mısır'dan gelen tahıl gemilerindeki sıçanların taşıdığı virüslerle
bulaşıyor ve Procopius'a göre zirve noktasında sırf bu kentte günde 10 bin
kişinin ölümüne yol açıyor.
Giderek bütün
Akdeniz çevresindeki liman kentlerini kuşatıyor ve o zamanki Avrupa
nüfusunun yarısını oluşturan 25-100 milyon kişinin ölümüne neden oluyor.
Jüstinyen Vebası,
aralıklarla 750 yılına kadar sürüyor ve kayboluyor.
14. yüzyılda Avrupa'da
yeniden baş gösteriyor.
1348-1351 arasında
yaşanan büyük veba salgını, salgınlar tarihinin en korkutucu, kıyıcı ve en uzun
süre devam eden hastalığı.
1308-1332 yılları
arasında Avrupa'da yaşanan ve insanların kedi köpekler bir yana,
darağacındakileri bile yiyerek yamyamlaştığı büyük kıtlığın
ardından kolayca yayılıyor.
Kara Ölüm
1362'de ve 1369'da yeniden kendini gösteriyor.
Ve 1720'ye kadar
belirli aralıklarla tekrarlayıp duruyor.
Nikiforuk'un
tarihine göre, 14. yüzyılda veba salgınına yol açan ve Moğol bozkırlarında
ortaya çıkan Yersina pestis virüsü, hâlâ oralarda yaşıyor,
tarla fareleri ve dağ fareleriyle sincapları hasta edip öldürüyor.
Veba salgını 23
milyon 840 bin insanın hayatına mal oluyor.
Bu o zamanlar
Avrupa nüfusunun yüzde otuz biri.
Kimi tahminlerdeki
sayılar nüfusun yarısına kadar çıkıyor.
Nitekim, 1330'da
120 bin olan Floransa'nın nüfusu 1427'de 37 bine düşüyor.
Kara Ölüm'ün yol
açtığı başka bir vahim olay da Yahudilerin yakılması.
“Histerik veba
kurbanları, Yahudileri kuyu sularını zehirlemek ve 'havayı bozmak'la
suçladığında, Yahudi tefecilere borçlu olanlar ve yoksullar, Yahudileri
kitleler halinde yakarak öldürmeye başladı...
1351'de, Büyük
Ölüm'den yalnızca iki yıl sonra, Orta Avrupa'da neredeyse hiç Yahudi
kalmamıştı.”
Kara Ölüm, nüfusta
büyük değişimlerle birlikte, Avrupa tarihinde Ortaçağa son verecek gayet
temel dönüşümlere yol açıyor.
Bir kere insanların
yaşam ve ölüm konularındaki zihniyetlerini değiştiriyor; başka deyişle
varlık felsefelerini.
Ölüm bu kadar yakın
olunca, yaşam, ona yüklenen anlamları ve değerleri giderek kaybediyor.
Sanatta yoğun
olarak ifade edileceği gibi, varlık, neredeyse mekanik bir bedene, o da
iskelete indirgeniyor.
İkincisi, doğa ve
Tanrı görüşleri değişiyor.
Doğaya öykünme
yerine onu dize getirme arzusu güçleniyor.
Bilime, makinelere
ve endüstriye yöneliniyor.
Nikiforuk'a
göre hâlâ bu dönüşümün sonuçlarını yaşıyoruz:
İnsanların veba
sonrasında Doğa'dan çok makinelere güvenmeye başlamalarına şaşmamak gerek.
Avrupa'da insan soyunu neredeyse yarıya indiren Tanrısal
salgın... kolektif bilinçaltına iyice işlemiştir.
Bilim adamları, hekimler, ekonomistler ve kâşifler üç yüz yıldır
kendilerini, insanlığın gelişmesini engelleyecek doğal güçleri yok etmeye ya
da zayıflatmaya adadılar.
İnsan soyu demiryolları, barajlar, motorlar, antibiyotikler ve atom
bombalarıyla Doğa ve üst-organizmayla savaştı.
Şimdi kavgacı ve tahammülsüz bir dünya görüşüyle lanetlenmiş olan insanlar,
nükleer kış, dünyanın ısınması ve çevre kirliliği gibi tehditlerle her gün
yüzleşmek zorunda.
Ama bizi bu karanlık günlere getiren modern düşüncenin tohumları, 1348 yılının açlık günlerinde sıçanlar ve pirelerle atılmıştır.
Her ne kadar veba,
yobazlar tarafından Tanrı'nın günahkârlar, "pis yoksullar" ve
Yahudiler üzerindeki gazabı gibi görülse de, salgın sonucunda Tanrı'nın,
havarilerinin ve azizlerin sağaltıcı gücüne duyulan inanç eriyor.
Dünyevilik,
uhreviliğin; insan-merkezcilik, Tanrı-merkezciliğin önüne geçiyor.
Ayrıca veba, kilise
ve manastırlarda da yayılıyor ve pek çok rahibin de telef olmasına neden
oluyor.
Öte yandan,
binlerce din adamı da ya görevlerinden kaçıyor ya da görevlerini suistimal
ederek vebayı tedavi bahanesiyle halkı soyuyor.
Bu çürüme ve
yozlaşma, Ortaçağ Hristiyanlığında sapmalar yaratıyor.
Hem Luther'in
başını çektiği Reform hareketinin hem sekülarizmin yolunu açıyor.
Rönesans'ın mistik,
hermetik, neo-Platonik bilgi rejimini uyandırıyor.
Kilisenin kültürel
egemenliğini kaybetmesinin bir sonucu da Latincenin gözden düşmesi oluyor.
Latincenin
uluslararası bir dil olma ayrıcalığı sona eriyor.
Ardından, antik
Yunan ve Roma kaynaklarının yerel dillere çevrilmesi başlıyor ve giderek
klasizm Ortaçağ skolastizminin önünü alıyor.
Edebiyat da yerel
dillerde yazılmaya başlıyor.
Bu atılımın
önderleri, Boccaccio ve Petrarca.
Kara Ölüm döneminin
büyük şairleri, bilginleri ve hümanistleri.
Boccaccio'nun şaheseri
olan Decameron (1348-1353), veba salgını nedeniyle
Floransa'dan bir kır evine kaçan on gencin birbirlerine anlattıkları 100
öyküden oluşuyor.
Giriş bölümü,
vebanın neden olduğu ahlaki çöküşü betimliyor:
"Bir
meyhaneden öbürüne, gece gündüz ölçüsüzce ve edepsizce içtiler; aynı şeyi
insanların evlerinde de yaptılar ve sadece keyif çattılar... Hastaları
tamamıyla gözden çıkararak, canavarca davranışlarını sürdürdüler."
Petrarca ise
İtalyanca yazdığı şiirlerinde aşkını dile getirdiği Laura'yı Floransa'daki
veba salgınında kaybediyor.
Sonuçta bu iki
arkadaş, Ortaçağ düşünce ve edebiyat geleneğine karşı eserleriyle, İtalyan
hümanizminin ve Rönesans'ının kurucuları arasına giriyorlar.
Vebanın neden
olduğu demografik felaketlerin, üretim alanında ve toplumsal yapıda da
radikal sonuçları oluyor.
Köylüler vebayla
büyük kayıplar veriyor.
Bunun üzerine
çalışmayı sürdürebilenler ayaklanarak serfliğe direniyor, işgüçlerini
satmayı, ücretli emeği tercih ediyorlar.
Hatta bir bölümü
ticarete atılıyor.
Bu gelişme
feodalizmin son bulmasında rol oynuyor ve aristokrasinin gücünü aşındırıyor,
yeni tüccar ve banker sınıfının iktidarını pekiştiriyor.
Örneğin, Apenin
dağlarının eteklerinden Floransa'ya göçen, sonradan bankacılık ve
ticarette büyük servetler yapan Medici hanedanı aristokrat değildi.
Ama Rönesans uygarlığına
öncülük yaptılar, ilk modern müzeyi ve akademiyi kurdular, Avrupa kültürünün ve
sanatının egemenliğini aristokratlardan ve ruhban sınıfından aldılar.
Kara Ölüm'ün
harekete geçirdiği bütün bu toplumsal, kültürel dinamikler bir de 'Kara
Sanat' çıkardı ortaya.
Ve bu sanat,
ardından gelen bütün sanat tarihini etkileyen bir ikonografi ve estetik
kurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder