3 Aralık 2022 Cumartesi

 KARA ÖLÜM VE AVRUPA SANATI - 2

 

Kara Ölüm'le Dönüşen Tarihler

 14. yüzyılda Avrupa'yı kasıp kavuran veba salgınının bir evveliyatı var: Jüstinyen Vebası.

 540'larda Bizans İmparatorluğu'nda, Jüstinyen döneminde ortaya çıkıyor.

 Konstantinopolis'e Mısır'dan gelen tahıl gemilerindeki sıçanların taşıdığı virüslerle bulaşıyor ve Procopius'a göre zirve noktasında sırf bu kentte günde 10 bin kişinin ölümüne yol açıyor.

 Giderek bütün Akdeniz çevresindeki liman kentlerini kuşatıyor ve o zamanki Avrupa nüfusunun yarısını oluşturan 25-100 milyon kişinin ölümüne neden oluyor.

 Jüstinyen Vebası, aralıklarla 750 yılına kadar sürüyor ve kayboluyor.

14. yüzyılda Avrupa'da yeniden baş gösteriyor.

1348-1351 arasında yaşanan büyük veba salgını, salgınlar tarihinin en korkutucu, kıyıcı ve en uzun süre devam eden hastalığı.

1308-1332 yılları arasında Avrupa'da yaşanan ve insanların kedi köpekler bir yana, darağacındakileri bile yiyerek yamyamlaştığı büyük kıtlığın ardından kolayca yayılıyor.

  Kara Ölüm 1362'de ve 1369'da yeniden kendini gösteriyor.

 Ve 1720'ye kadar belirli aralıklarla tekrarlayıp duruyor.

 Nikiforuk'un tarihine göre, 14. yüzyılda veba salgınına yol açan ve Moğol bozkırlarında ortaya çıkan Yersina pestis virüsü, hâlâ oralarda yaşıyor, tarla fareleri ve dağ fareleriyle sincapları hasta edip öldürüyor.

 Veba salgını 23 milyon 840 bin insanın hayatına mal oluyor.

 Bu o zamanlar Avrupa nüfusunun yüzde otuz biri.

 Kimi tahminlerdeki sayılar nüfusun yarısına kadar çıkıyor.

 Nitekim, 1330'da 120 bin olan Floransa'nın nüfusu 1427'de 37 bine düşüyor.

 Kara Ölüm'ün yol açtığı başka bir vahim olay da Yahudilerin yakılması.

 “Histerik veba kurbanları, Yahudileri kuyu sularını zehirlemek ve 'havayı bozmak'la suçladığında, Yahudi tefecilere borçlu olanlar ve yoksullar, Yahudileri kitleler halinde yakarak öldürmeye başladı...

 1351'de, Büyük Ölüm'den yalnızca iki yıl sonra, Orta Avrupa'da neredeyse hiç Yahudi kalmamıştı.”

 Kara Ölüm, nüfusta büyük değişimlerle birlikte, Avrupa tarihinde Ortaçağa son verecek gayet temel dönüşümlere yol açıyor.

 Bir kere insanların yaşam ve ölüm konularındaki zihniyetlerini değiştiriyor; başka deyişle varlık felsefelerini.

 Ölüm bu kadar yakın olunca, yaşam, ona yüklenen anlamları ve değerleri giderek kaybediyor.

 Sanatta yoğun olarak ifade edileceği gibi, varlık, neredeyse mekanik bir bedene, o da iskelete indirgeniyor.

 İkincisi, doğa ve Tanrı görüşleri değişiyor.

 Doğaya öykünme yerine onu dize getirme arzusu güçleniyor.

 Bilime, makinelere ve endüstriye yöneliniyor.

  Nikiforuk'a göre hâlâ bu dönüşümün sonuçlarını yaşıyoruz:

 İnsanların veba sonrasında Doğa'dan çok makinelere güvenmeye başlamalarına şaşmamak gerek.

 Avrupa'da insan soyunu neredeyse yarıya indiren Tanrısal salgın... kolektif bilinçaltına iyice işlemiştir.

 

Bilim adamları, hekimler, ekonomistler ve kâşifler üç yüz yıldır kendilerini, insanlığın gelişmesini engelleyecek doğal güçleri yok etmeye  ya da zayıflatmaya adadılar.

 

İnsan soyu demiryolları, barajlar, motorlar, antibiyotikler ve atom bombalarıyla Doğa ve üst-organizmayla savaştı.

 

Şimdi kavgacı ve tahammülsüz bir dünya görüşüyle lanetlenmiş olan insanlar, nükleer kış, dünyanın ısınması ve çevre kirliliği gibi tehditlerle her gün yüzleşmek zorunda.

 

Ama bizi bu karanlık günlere getiren modern düşüncenin tohumları, 1348 yılının açlık günlerinde sıçanlar ve pirelerle atılmıştır.

 Her ne kadar veba, yobazlar tarafından Tanrı'nın günahkârlar, "pis yoksullar" ve Yahudiler üzerindeki gazabı gibi görülse de, salgın sonucunda Tanrı'nın, havarilerinin ve azizlerin sağaltıcı gücüne duyulan inanç eriyor.

 Dünyevilik, uhreviliğin; insan-merkezcilik, Tanrı-merkezciliğin önüne geçiyor.

 Ayrıca veba, kilise ve manastırlarda da yayılıyor ve pek çok rahibin de telef olmasına neden oluyor.

 Öte yandan, binlerce din adamı da ya görevlerinden kaçıyor ya da görevlerini suistimal ederek vebayı tedavi bahanesiyle halkı soyuyor.

 Bu çürüme ve yozlaşma, Ortaçağ Hristiyanlığında sapmalar yaratıyor.

 Hem Luther'in başını çektiği Reform hareketinin hem sekülarizmin yolunu açıyor.

 Rönesans'ın mistik, hermetik, neo-Platonik bilgi rejimini uyandırıyor.

Kilisenin kültürel egemenliğini kaybetmesinin bir sonucu da Latincenin gözden düşmesi oluyor.

 Latincenin uluslararası bir dil olma ayrıcalığı sona eriyor.

 Ardından, antik Yunan ve Roma kaynaklarının yerel dillere çevrilmesi başlıyor ve giderek klasizm Ortaçağ skolastizminin önünü alıyor.

 Edebiyat da yerel dillerde yazılmaya başlıyor.

 Bu atılımın önderleri, Boccaccio ve Petrarca.

 Kara Ölüm döneminin büyük şairleri, bilginleri ve hümanistleri.

Boccaccio'nun şaheseri olan Decameron (1348-1353), veba salgını nedeniyle Floransa'dan bir kır evine kaçan on gencin birbirlerine anlattıkları 100 öyküden oluşuyor.

 Giriş bölümü, vebanın neden olduğu ahlaki çöküşü betimliyor:

 "Bir meyhaneden öbürüne, gece gündüz ölçüsüzce ve edepsizce içtiler; aynı şeyi insanların evlerinde de yaptılar ve sadece keyif çattılar... Hastaları tamamıyla gözden çıkararak, canavarca davranışlarını sürdürdüler."

 Petrarca ise İtalyanca yazdığı şiirlerinde aşkını dile getirdiği Laura'yı Floransa'daki veba salgınında kaybediyor.

 Sonuçta bu iki arkadaş, Ortaçağ düşünce ve edebiyat geleneğine karşı eserleriyle, İtalyan hümanizminin ve Rönesans'ının kurucuları arasına giriyorlar.

 Vebanın neden olduğu demografik felaketlerin, üretim alanında ve toplumsal yapıda da radikal sonuçları oluyor.

 Köylüler vebayla büyük kayıplar veriyor.

 Bunun üzerine çalışmayı sürdürebilenler ayaklanarak serfliğe direniyor, işgüçlerini satmayı, ücretli emeği tercih ediyorlar.

 Hatta bir bölümü ticarete atılıyor.

 Bu gelişme feodalizmin son bulmasında rol oynuyor ve aristokrasinin gücünü aşındırıyor, yeni tüccar ve banker sınıfının iktidarını pekiştiriyor.

 Örneğin, Apenin dağlarının eteklerinden Floransa'ya göçen, sonradan bankacılık ve ticarette büyük servetler yapan Medici hanedanı aristokrat değildi.

Ama Rönesans uygarlığına öncülük yaptılar, ilk modern müzeyi ve akademiyi kurdular, Avrupa kültürünün ve sanatının egemenliğini aristokratlardan ve ruhban sınıfından aldılar.

 Kara Ölüm'ün harekete geçirdiği bütün bu toplumsal, kültürel dinamikler bir de 'Kara Sanat' çıkardı ortaya.

 Ve bu sanat, ardından gelen bütün sanat tarihini etkileyen bir ikonografi ve estetik kurdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  KABARENİN DOĞUŞU   Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oy...