ÖZERKLİĞİN ESTETİĞİ - 2
Savaşın Cephesi Olarak Kent
Bu süreçler, tüketim toplumunun ve “toplama
kampı” modeli kentlerin dayattığından bambaşka bir yaşamın peşine düşen orta
sınıf kökenli öğrenci ve sanatçılar ile, başta eğitim, istihdam ve sosyal
güvence olmak üzere o toplumun ayrıcalıklarından zaten dışlanmış
olan kesimleri belli noktalarda biraraya getirir.
ABD’de bunun en etkili örneklerinden biri,
1966’da kurulan ve ülke çapında 68 kentte şubesi bulunan Kara Panter Partisi’nin, dönemin karşı-kültür hareketleriyle arasındaki sıkı ilişki
olacaktır.
Hiyerarşik bir düzen içinde, belirli bir program
çerçevesinde ve silahlı bir güç olarak yoksul siyah gettolarında
örgütlenen Kara Panter Partisi’nin, hem ülke içinde hem de ülke dışında
yarattığı etkinin iki önemli unsuru, yansıttıkları “siyah gücü” estetiği
ile kendi yaşam alanlarının yönetimini ele alma ilkeleridir.
Kara Panter estetiği, sadece ülkede
yüzbinlerle satılan Black Panther gazetesinde yayılan afiş ve
görsellerle değil, sözcülerinin hitabet gücünden örgütün militer nizamına
kadar, devlet güçlerinin karşısına dosdoğru dikilen Panterlere has varoluş
tarzıyla da kurulur.
New York’taki Black Mask/Up Against the
Wall Motherfucker, Detroit’teki White
Panthers, San Francisco’daki
Diggers gibi pek çok sanatçı
kolektifi bu estetikten etkilenir.
Panterler’in en dolaysız etkisi ise,
örgütlendikleri mahallelerde uygulamaya koydukları “hayatta kalma
programları” [survival program] üzerinden yerel özerklik ve özyönetimi kısmen hayata
geçirmiş olmalarına dayanır.
Eğitimden sağlığa, barınmadan gıdaya, polis şiddetine
karşı savunmaya kadar gündelik hayatın hemen her yönü Panterler tarafından
örgütlenir.
Panterlerin özsavunma ve özerklik
pratikleri, Meksika ve Porto Riko kökenli başka azınlık gruplarının (Brown Berets,
Young Lords gibi) politikleşmesini sağlamakla kalmaz; San Francisco
Diggers’ın “Özgür Şehir” deneylerinde, Black Mask’in yoksul semtlerde
yürüttüğü çalışmalarda da etkili olur.
ABD’de refah toplumundan dışlanan azınlıklar
“mahallene sahip çık” mottosu etrafında birleşirken, Avrupa ülkelerinde de
daha çok öğrencilerin, gençlik hareketlerinin ve göçmenlerin sürdürdüğü
mücadeleler “kenti ele geçir” sloganı altında yürütülür.
Üretimden dışlanmış veya ona katılmayı reddeden
bu kesimler için mücadelenin ortak mekânı, yeniden üretim alanı olacaktır: Gündelik
hayatın sürdüğü, sanatın ve kültürün paylaşıldığı, kolektif kullanım ve
tüketimin gerçekleştirildiği, kısacası tüketim toplumu öznelliğinin yaratıldığı
(ve yıkılacağı) kamusal alanlar ve mahalleler.
Kent, “toplumsal mekânın hâkim örgütlenişi”ne
karşı ele geçirilip sahip çıkılması gereken, başka bir yaşamın ve başka
bir öznelliğin zamanı belirsiz bir gelecekte değil hemen şimdi
yaratılacağı bir hükümranlık alanı (teritorya) olur.
Sitüasyonistlerin, “devrimci bir kentçiliğin”
teorisini inşa ettikleri temel metinleri, Henri
Lefebvre’in Şehir Hakkı, Raoul Vaneigem’in Gündelik Hayatta
Devrim, Guy Debord’un Gösteri Toplumu gibi, Mayıs '68 öncesinde
yayınlanan kitapları, bu hareketlerin teorik zeminini döşer.
Guy Debord ve sitüasyonistler, Fransa’da '68 Mayısı’nı
tetikleyen olayların göbeğinde yer alırlar.
Mayıs '68, böyle bir olaya hiç ihtimal vermeyen
kimi sol fraksiyonların ve teorisyenlerin öngörüsüzlüğünü, “ütopya karşıtlarına
has gerçekçiliğin” iflasını kanıtlamıştır.
Sitüasyonistleri, “soyut ütopyalar önermekle”,
“insanların güneşli bir günün sabahında birbirlerine bakıp [...] sonsuz Şenliği
ve sitüasyonları inşa etmeye başlayacaklarını sanmakla” eleştirenlerin
sözlerini boşa çıkarmıştır.
Debord, Mayıs '68’in her kesimde lanse
edildiği gibi bir “öğrenci hareketi” değil, Komünist Parti ve onun etkisindeki
sendika liderlerinin tüm denetleme ve engelleme girişimlerine rağmen
hayata geçirilen genel grev ve işgallerde vücut bulan bir işçi sınıfı hareketi
olduğunu söyleyecektir.
Gösteri toplumunun sözde nimetlerinin pasif
tüketicileri saflarına dahil edilmeye çalışılan işçiler, bunun
karşılığında hayatlarının her ânında ödemeleri gereken bedelin
farkındadır: o nimetleri bilfiil üretmeye mahkûm olmak.
Debord’a göre Mayıs '68 devriminin tamamına
erememesinin sebebi, işçilerin kendi iradelerini devletle işbirliği içindeki
liderlere teslim etmiş olmalarıdır.
Ama Devrim, tamamına eremese de çoktan zafere
ulaşmıştır; sitüasyonistlerin onu öngörmekteki başarısı, modern toplumda
isyanın yeni odak noktalarına işaret edebilmiş olmalarından ileri gelmiştir:
kentçilik, gösteri, ideoloji.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder