3 Aralık 2022 Cumartesi

 SANATTA MODÜLER EĞİTİM

 

“Okuryazarlık” kavramı, Eğitim Enstitüleri ve Köy Enstitüleri’nin öğretmen yetiştirme pratiğinin temel harcını oluşturmuştu.

Öğretmen, sadece okuyan değil aynı zamanda yazan da olmalıydı.

Bu anlayışla, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Ahmet Telli, Ali Uçan ve Adnan Turani gibi yazar, şair ve sanatçı öğretmenler yetiştirdi.

“Okuryazarlık” kavramı, Türkiye’de 1980 askeri darbesi öncesinde, sanat eğitiminin sanatsal yeti alanlarının geliştirilmesini, plastik sanatlarda yapıtların sözlü ve yazılı anlamda incelenmesini, sözlü ve yazılı kültürün geliştirilmesini… içeren masum bir kavramdı.

Neoliberalist pratiklerin 1980 askeri darbesi ile birlikte uygulamaya konmasından sonra masumiyetini kaybetmiştir.

Neoliberalist pratiklerinin postmodernist ideolojisine hizmet eden Modüler Eğitim Modeli’ nin uygulama yöntemlerinden birisi haline dönüşmüştür.

Modüler Eğitim Modeli, sözü, anlatımı, yapıt hakkında yazılan metinleri önemseyen tavrıyla, ürünü- yapıtı, atölyeyi ve uygulamayı önemsizleştirerek “okuryazarlık” kavramını maddi temelinden yoksun bırakmıştır.

Kültürler, ürünlerle-yapıtlarla varlık kazanmıştır.

Plastik sanatlarda bir başka deyişle sanat eğitiminde maddi temel üründür- yapıttır.

Yapıt hakkında, okunan- yazılan değerler, insandan insana, toplumdan topluma, dönemden döneme… değişmekte ve değişiklikleriyle kültürel ve sanatsal yeti anlamında çeşitlilikleriyle zenginleşmektedir.

Sanat okuryazarlığı, Yapıt Yoluyla Öğrenme, Sanat Yoluyla Eğitim gibi kavramlar ürünle- yapıtla somutluk kazanırlar.

Bu çalışmada, okuryazarlık kavramı, eğitimde ve sanat eğitiminde Modüler Eğitim, Ömür Boyu Eğitim, Yaşam Boyu Öğrenme, Tam Öğrenme gibi neoliberalizmin Postmodernist ideolojisinin kullandığı ve yapay teoriler uydurduğu diğer kavram pratikleriyle ilişkileri kurularak incelenecektir.

Sanat ve sanat eğitiminde, teorinin ve pratiğin birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturduğu gerçeğini temel alan bir anlayışla, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde yeni başlayan öğrencilere aşağıdaki kitaplar okutulurdu.

 Ernst Fischer’in Sanatın Gerekliliği, George Thomson’ın İnsanın Özü, M. İlin-E. Segal’ın İnsan Nasıl İnsan Oldu, Herbert Read’in Sanat ve Toplum, Plehanov’un Sanat ve Toplumsal Hayat, M. Kagan’ın Estetik Dersleri gibi kitapların ivedilikle okunması gerektiği salık verilirdi.

Sanat Eğitimi ve Eğitbilim Dersleri, Sanat Tarihi, Sanat Felsefesi-Estetik, Kültür Tarihi-Antropoloji, Sanat Sosyolojisi, Sanat Psikolojisi, Sanat Eserleri Analizi, Mitoloji ve İkonografi gibi teorik-kuramsal Sanatsal Yeti alanı derslerinin, atölye uygulama derslerinden bağımsız olmadığı vurgulanırdı.

Teorik olsun pratik olsun ilk derslerde Gestalt Kuramı ortak içerik olarak anlatılır, bütünün önemi kavratılmaya çalışılırdı.

 Teorik ve pratik (sınıf-uygulama-atölye) derslerin bütünlük, yanyanalık, ardışıklık ve süreklilik ilkesiyle verilmesi sonucunda, yapan ve öğreten Sanatçı Öğretmenler mezun oluyordu.

1979’da Eğitim Enstitüleri’nin kapatılarak kısa bir dönem Yüksek Öğretmen Okullarına dönüştürülmesi ve hemen ardından 1982 yılında üniversitelerin yeniden yapılandırılması ile Eğitim Fakülteleri’nin kurulması sonucunda Sanatçı Öğretmen yetiştirme geleneği ağır darbeler aldı.

 1998 yılına gelindiğinde, YÖK-Dünya Bankası Projesi kapsamında üniversitelerin yeniden yapılandırılmasından sonra uygulamaya konan Resim-İş Öğretmenliği Programı’nın ve daha sonra yapılan değişikliklere rağmen “…teorik ve pratik derslerin bütünlük, yanyanalık, ardışıklık ve süreklilik ilkesine göre düzenlenmediği ve teorik derslere daha çok ağırlık verildiği görülmüştür

‘Resim-İş Eğitimi Bölümü’ olma özelliği, ‘Resim-İş Eğitimi Anabilim Dalı’na indirgenmiştir.

‘Sanat’ içeriği ‘Bilim’ olarak değiştirilmiştir.

YÖK-Dünya Bankası Projesi’nin Amerikalı ve Türk sanat eğitimi danışmanları YÖK’te yapılan sanat eğitimi panellerinde

“Eğitim Enstitüleri uygulama ağırlıklı olduğu için, iyi resim yapan fakat teorik olarak öğrenciye hiçbir şey öğretemeyen öğretmen tipi yetiştiriyordu, bugün yaşadığımız sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor, artık bundan sonra teorik öğretim etkinliklerine yer verilecek, öğrenciler sanat yapıtlarını incelemeyi, yapıt yoluyla öğrenmeyi, yapıt okuryazarlığını… temel alacak, öğretmenler ise, uygulamacı değil araştırmacı eğitimci olarak eğitim ve öğretim etkinliklerini gerçekleştirecekler…” diyerek savunmuşlardır.

1980 askeri darbesiyle yeni biçim kazanan “Emperyalist uygulamalar, kapitalizmin son otuz yılda neoliberalist küreselleştirmeci pratikleri ile yeni bir biçim kazanmıştır.

Kapitalizmin acımasız ve azgın sömürü gerektiren, neoliberalist uygulamalarının özelleştirmeci, küreselleştirmeci pratikleri, düşünsel anlamda kendisini destekleyen ve besleyen  postmodernist ideoloji platformunu geliştirmiştir.

Neoliberalist pratiklerin yarattığı postmodernist kavram pratikleri hayatın her alnında egemen kılınmaya çalışılmaktadır.

 Sanat ve Sanat Eğitimi alanlarında üretilen postmodernist kavram pratikleri emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından sinsice uygulamaya konmuştur.

 Türkiye’ de, YÖK- Dünya Bankası Projeleri, AB Öğrenci ve Öğretim Elemanı Değişim Programları, Bologna Süreci gibi neoliberalist pratiklerle MEB ve YÖK, eğitimin ve üniversitelerin yeniden yapılandırılması, yapılandırmacı eğitim, programların standartlaştırılması, projeye dayalı eğitim, paralı eğitim, ömür boyu eğitim, yaşam boyu öğrenme, çoklu zeka kuramı, öğrenci merkezli eğitim gibi postmodernist kavram pratiklerini uygulamaya koymuştur.

Uygulamaya konan en önemli postmodernist kavram pratiklerinden birisi de Modüler Eğitimdir.

Modüler Eğitim, söze, anlatıma, metine dayalı , öğrenciyi merkeze alır gibi gösterip merkeze aldığı programa öncelik veren eğitim ve sanat eğitimi anlayışıdır.

Uygulamayı, emeği, ürünü ve sanat yapıtını yok sayan ve öncelikle programa önem veren bir anlayıştır.

Modüler Eğitim, uygulamayı, ürünü ve yaratıcı üretimi aşağılayarak önemsizleştirmektedir.

Modüler Eğitim’in Sanat Eğitimi alanlarında yandaş olarak kullandığı postmodernist kavram pratiklerine; sanat eğitiminde büyük modern söylemler ve estetik bitmiştir, yapıt değil yapıt hakkında yazılanlar ve metinler önemlidir, metinler arasılık, metinler ötesilik, yapıtı değil sanatçısı ve sanatçının ne söylediği önemlidir,

Provokatif ve alternatif sanat, müzeler yıkılmalıdır, kültür ve tarih anlamsızdır, özgünlük yoktur, yapıta müdahele et, sanat yapıtını tahrip et gibi uygulamayı ve yapıtı aşağılayan kavram pratikleri örnek verilebilir.

Kültürün somut kanıtı sanat yapıtlarıdır.

Geleceğe kültürel anlamda miras, ürün, kanıt, kalıt bırakmayan Modüler Eğitim anlayışıyla kültür üretilemez ve gelenek oluşturulamaz.

Ürünü küçümseyen ve yok sayan postmodernist modüler eğitimin gelecek kuşaklara aktaracağı hiçbir şey yoktur.

 Ortada yapıtın görünmediği yapıt hakkında yazılmış metinlerin inandırıcılığı ve özellikle Sanat Eğitimi’ne katkısı olamaz.

  Neoliberalist politikaların ve pratiklerin postmodern Modüler Eğitim Modeli, sanat ve sanat eğitiminde atölyeyi, uygulamayı, ürünü, yapıtı ötekileştirerek aşağılamış, söze, anlatıma, metinlere ve kavrama öncül görevler yüklemiştir

Araştırmacı eğitimciliği geliştirmek ve ona maddi temelde alt yapı dayanakları hazırlamak amacıyla,

“… Modüler Eğitim, Yapıt Yoluyla Öğrenme, Sanat Yoluyla Eğitim, Ömür Boyu Eğitim, Yaşam Boyu Öğrenme, Tam Öğrenme Kuramı, Çoklu Zeka Kuramı, Duygusal Zeka Kuramı, Akıllı Tasarım=Intellegent Dessing, Ortak Akıl- Aklı Ortaklaştırma- Üst Akıl- Alt Akıl gibi neoliberalizmin postmodernist ideologlarının yapay teoriler uydurduğu diğer postmodernist kavram pratikleri üretilmiştir”

 Bu araştırmanın eleştiri konusu olan ‘okuryazarlık’ kavramı da bu kavramlardan birisidir.

Türkiye’de Sanat ve Sanat Eğitiminde ‘Okuryazarlık’ Kavramı “Okuryazarlık” kavramı, 1980 askeri darbesi öncesinde çağdaş, demokratik ve laik özellikleriyle modern bir kavram iken, 1980 sonrasında neoliberalist pratiklerin ve politikaların uygulanmasına ve postmodernist kavram pratiklerinin üretilmesine hizmet eden postmodern bir kavrama dönüşmüştür.

“Okuryazarlık” kavramı, Türkiye’de 1980 askeri darbesi öncesinde, sanat eğitiminin sanatsal yeti alanlarının öğrenilmesini ve geliştirilmesini, plastik sanatlarda yapıtların sözlü ve yazılı anlamda incelenmesini ve yorumlanmasını, sanat ve sanat eğitimi alanlarının uygulama ayaklarının yanında sözlü ve yazılı kültürün oluşturulmasını ve geliştirilmesini… içeren masum bir kavramdı.

 Neoliberalist pratiklerin 1980 askeri darbesi ile birlikte uygulamaya konmasından sonra masumiyetini kaybetmiştir.

 Neoliberalist pratiklerinin postmodernist ideolojisine hizmet eden Modüler Eğitim Modeli’nin uygulama yöntemlerinden birisi haline dönüşmüştür.

Modüler Eğitim Modeli, sözü, anlatımı, kavramı ve yapıt hakkında yazılan metinleri önemseyen tavrıyla, ürünü- yapıtı, atölyeyi ve uygulamayı önemsizleştirerek “okuryazarlık” kavramını maddi temelinden yoksun bırakmıştır.

Kültürler, ürünlerle-yapıtlarla varlık kazanmıştır.

 Plastik sanatlarda bir başka deyişle sanat eğitiminde maddi temel üründür- yapıttır.

Yapıt hakkında, okunan- yazılan değerler, insandan insana, toplumdan topluma, dönemden döneme… değişmekte ve değişiklikleriyle kültürel ve sanatsal yeti anlamında çeşitlilikleriyle zenginleşmektedir.

Sanat okuryazarlığı, Yapıt Yoluyla Öğrenme, Sanat Yoluyla Eğitim gibi kavramlar ürünle yapıtla somutluk kazanırlar.

Uygulama pratikleriyle desteklenmeyen kuramsal eğitim, üretime değil tüketime yönelik ve yorum yoksunu ezberci bir insan tipini yaratmaktadır.

Üretim ekonomisine değil tüketim ekonomisine hizmet eden insan modeli yetiştirilmek istendiği, sanat ve sanat eğitimi geleneğimizde net biçimde ortaya çıkmıştır.

1947’de Amerika ile yapılan ikili Fulbright Antlaşması’ndan bugüne yaşanılan süreç emperyalist eğitim politikalarını açıkça deşifre etmiştir.

Emperyalizmin gerici faşist eğitim politikalarına karşın Köy Enstitüleri’nin ve Eğitim Enstitüleri’nin ilerici ve laik eğitim geleneği korunmaya çalışılmış ve 1980 askeri darbe öncesinde “Okuryazarlık” kavramı, Eğitim Enstitüleri ve Köy Enstitüleri’nin öğretmen yetiştirme pratiğinin temel harcını oluşturmuştur.

 “Öğretmen, sadece okuyan değil aynı zamanda yazan da olmalı” anlayışına sahip çıkılmıştır.

 Bu anlayışla, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Ahmet Telli, Ali Uçan, Edip Günay, Adnan Turani, Ahmet Erhan ve Mustafa Okan gibi yazar, şair ve sanatçı öğretmenler yetişmiştir.

 Okuryazarlık kavramı, uygulama temelli ‘üretim için eğitim, eğitim için üretim’ ilkesine dayalı olduğu için sadece öğrenci ve öğretmen yetiştirilmemiş, üretime yönelik çok yönlü ve kültürlü entelektüel insan yetiştirilmiştir.

Bu gerçeği en açık ve net biçimde, 1950 Amerikancı Toprak Ağaları Sivil Darbesi’ni gerçekleştiren Adnan Menderes’in “Köy Enstitüleri, yöneten kesimden daha akıllı bir vatandaş profili oluşturuyor… Bu kabul edilemez!” sözü kanıtlamıştır.

Okuryazarlık Kavramı Örneğinde Postmodernizm ile Eğitim İlişkisi Okuryazarlık kavramı, ayrıştırıldığında ‘okumak’ ve ‘yazmak’ fiillerinden oluşmaktadır.

Her ikisi de eylemliliktir, yüklenici-yüklemdir ve pratiktir.

Edilgen değil, tam tersi, iki fiilin birleşiminden doğmuş çok etken bir kavramdır.

Bu güçlenmiş etkenliğin, yazar, şair, sanatçı öğretmen, üretime yönelik çok yönlü ve kültürlü entelektüel insan yetiştirmiş olmasının da somut göstergesidir.

Oysa, Neoliberalist pratiklerin ve politikaların, YÖK- Dünya Bankası Projesinin postmodernist anlayışla sahiplenip savundukları “Sanat Yapıtı Okuryazarlığı” kavram pratiği, yapıt karşısında öğretmeni ve öğrenciyi edilgen hale dönüştürmeyi ve postmodern jargona uygun bir dille söylemek gerekirse ‘Sanat tüketicisi’ haline dönüştürmeyi hedeflemiştir.

“Dinci gerici eğitimin, söze, anlatıma ve dini metinlere dayanması ile öğüt, takva ve telkin yöntemlerini kullanmasıyla, modüler eğitim modeline ve okuryazarlık kavramının edilgen hale dönüştürülmesine çok büyük benzerlik göstermesi bir tesadüf değildir.

Halk deyimiyle söylersek; tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuştur” .

 Çünkü, dinci gerici eğitim, üretici değil tüketici insan tipi yetiştirir.

Sanayi ve endüstriyel üretime yatırım yapan insan değil, ranta ve tüketime yatırım ya da aracılık yapan tüccar mütegallibe (zorba) yetiştirir.

1980 askeri darbesiyle sonrasında uygulanan neoliberal pratikler ve politikalar ve ürettiği postmodernist kavram pratikleri ile dinci gericiliğin birlikte yükselişe geçmesi de bir tesadüf değildir.

Küreselleştirme (küreselleşme değil) ve özelleştirme, Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin (KİT) özelleştirilmesi pratikleri ve politikalarıyla üretime set çekilerek, otoyollara, köprülere ve inşaata yatırım yapılması dinci gericiliğin sınıfsal temeli olan tüccar mütegallibenin devlet ve iktidar olanaklarını ele geçirmesini ve güçlenmesini sağlamıştır.

Başta eğitim olmak üzere, toplumsal yaşam, tüccar mütegallibenin tarikat ve cemaat örgütlenmeleri aracılığıyla dini metinlere göre düzenlenmeye çalışılmaktadır.

 Postmodern anlayışın edilgen okuryazarlık kavramına uygun olan derslere öncelik verilerek, uygulama ağırlıklı ve okuryazarlık kavramını etken kullanan ve eleştirel düşünmeyi temel alan sanat ve sanat eğitimi dersleri hedef tahtasına konmuştur.

Resim-İş Dersi ve Resim-İş Öğretmeni kavramlarının yapmaya etmeye yönelik etken özelliklerini öteleyerek, sanatsal etkinlikleri sadece ‘göz’e ve edilgenliğe indirgeyen Görsel Sanatlar Dersi ve Görsel Sanatlar Öğretmeni kavramlarını hayata geçirmişlerdir.

Resim dersi karşılığı olarak düşünülmesi gereken, Fransızcada ‘plastique’ kavramı etkendir ve ‘biçim verilebilen, biçimlendirilen, biçimlendirilebilen’ olarak doyurucu ve net Türkçe karşılığa sahiptir.

Asla, ‘biçimlenen’ yani edilgen bir sözcük değildir.

Sanat ve sanat eğitimi okuryazarlığı, ‘yaparken ederken öğrenme’ ve ‘yaptıkça ettikçe öğrenme’ etkinlikleri içinde gerçekleşir.

 ‘Yaparak yaşayarak öğrenme’ kavramı bile edilgen özelliklere sahiptir!

1980 askeri darbesi sonrasında postmodernistler, neoliberalizmin pratiklerinin ve politikalarının teorik platformunu oluşturmak ve geliştirmek amacıyla kendilerine, metinlerine ve sanat yapıtı olduğu tartışılır (kendi tanımlarıyla) “iş”lerine atıf yaparak kendi burjuva sanat tarihlerini yazmak ve kabul ettirmek için dergilerde, gazetelerin sanat sayfalarında, galerilerde, müzelerde, üniversitelerde, yayınevlerinde… örgütlendiler.

Bu derin örgütlenmenin maddi görünür örnekleri hakkında Lütfiye Bozdağ ile yaptığı söyleşide Mahmut Öztürk şunları söylüyor “Neoliberalist pratiklerin ideolojisi hâline gelmiş olan postmodernist kavram pratikleri, 1980 sonrasında Türkiye resminin bütününü görmemizi engellemek için parça parça önümüze kondu ve tartıştırıldı.

Resim bitmiştir, resim çerçevesinin dışına çıkılmalıdır, Avangard sanat propagandası yapan etkinlikler ve Günümüz Sanatçıları sergileri gibi pek çok etkinlik gerçekleştirilirken, 1982’de YÖK’ün kurulması ve Eğitim Enstitülerinin kapatılması,  1983’te türbanın icadı, 1984’te PKK’nın kurulması, 1985 yılında MEB tarafından 44 öztürkçe sözcüğün günlük ve yıllık planlarda kullanılmasının öğretmenlere yasaklanması, Fen Bilgisi öğretmenlerinin Evrimci-Yaradılışçı olarak fişlenmesi, Türk-İslam Seminerleri Düzenlenmesi, aynı yıl Ankara’da SANART tarafından düzenlenen Estetik Sempozyumunda Marks’ı aşağılayan Bataille’yi yücelten bildirinin Ali Akay tarafından sunulması…

 Kısaca hepsinin neoliberal projenin parçaları olarak şimdi fotoğrafın bütününü oluşturduğunu açık ve net olarak görmekteyiz.

Birbirinden soyutmuş gibi görünen parçaların bir bütün oluşturduğunu savunduğumda, beni “komplo teorisi üretiyor” diyerek suçlamışlardı.

İktidar erkanından, cumhurbaşkanı olduğu dönemde Abdullah Gül’ün “Vücut Dünyası-Yaşam Döngüsü” sergisine gitmesinin bile tek başına sorgulanması gerekir.

Sanat olanın içine tükürmek, ucube, rezalet, böyle sanat mı olur? diyerek aşağılamak, cumhurbaşkanı payesini kullanarak sanat olmaz şeyi sanat olarak topluma yutturmaya çalışmak, kimlerin hangi ortak paydada nasıl buluştuklarını kanıtlamaktadır.

Müzeler gereksizdir, müzeler yıkılmalıdır, diyen postmodernist kavram pratiklerinin, neoliberalizmin gerici silahşörü IŞİD’in müzeleri yerle bir etmesinden ne farkı vardır?

 Devrimci ve yenilikçi diye pompalanan postmodernist kavram pratiklerinin söze, anlatıma ve metinlere dayalı modüler sanat ve sanat eğitimi ile feodal gericiliğin eğitim modelinin söze dayalı öğüt ve telkini temel aldığı ortaçağ zihniyetiyle ortak payda bulmaları bir tesadüf olamaz”.

 Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi İbrahimi, tek tanrılı dinlerin dini kitaplara diğer bir deyişle metinlere dayalı eğitimi temel almalarıyla, postmodernistlerin metinlere dayalı sanat ve sanat eğitimini temel almaları ve ortak paydada birleşmeleri tarihsel bağlamda incelendiğinde çok önemli ipuçları vermektedir.

Ortaçağ papazlarının giyotinde boyunlarının kesilmesi korkusundan, kendilerinden önce yazılmış olan metinlere ve metin yazan papazlara gönderme-atıf yapmaları, yazdıkları ya da savundukları fikirleri garanti altına almaya çalışmaları… bugün postmodernistlerin metin ve kavram üretmeleriyle çok büyük benzerlikler göstermektedir.

Eleştiri aldıklarında hedef saptırmaları, toplu biçimde farklı bir konuya odaklanmaları somut gerçeklikleridir.

2016 ve 2017 yıllarında romantizm konusunda ve hemen ardından 2017 yılı sonlarına doğru ve 2018 yılı başlarında Gotik sanata yönelik ve birbirlerine atıfların bolca yer aldığı metinler ve kavramlar üretmeleri örnek verilebilir.

 Bu tavırlar, sanat ve sanat eğitimi ortamlarının gündelik ve temsili sorunlarından uzaklaştırılarak, geçmişin karanlık dehlizlerinde çağdaş olanı boğazlama ve ortamı muğlaklaştırma girişimleri olarak değerlendirilmelidir.

Bu tespit asla komplo teorisi olarak yorumlanmamalıdır.

Emperyalizmin neoliberalist pratiklerinin ve politikalarının ve ürettiği postmodernist kavram pratiklerinin ortaya koyduğu program ve gerçekliklerdir.

2003 yılında Irak işgal edildiğinde ‘İyimserlik Çağında…’ ve Suriyeli mültecilerin Türkiye’yi işgali sürecinde ‘İyi Bir Komşu’ ve ‘Kapı Çalana Açılır’ kavramlarıyla İstanbul Bienallerinin düzenlenmesi tam da bu gerçekliği somut olarak kanıtlamaktadır.

Okuryazarlık kavramı, 1980 askeri darbesinden sonra Emperyalizmin neoliberalist pratiklerinin ve politikalarının ve ürettiği postmodernist kavram pratikleriyle modüler sanat ve sanat eğitiminin demagojisine dönüşmüştür.

Emperyalizmin neoliberalist pratikleri ve politikaları, kendi teori ve pratiklerini bir bütün halinde inşa ederek uygulamaya koyarken, Türkiye gibi ülkelere teori ve pratiğin birbirinden ayrıştığı postmodernist kavram pratiklerini dayatmaktadır.

 Postmodernizmin doğası gereği Gestalt kuramının bütünlüklü modernist tavrına karşı tavır geliştirmesinin doğal sonucu olarak “Sosyal Devletler Çağı Bitmiştir,

Demokratik Devletler Çağı Başlamıştır” gibi, emperyalizmin böl, parçala ve yut politikasına hizmet eden söylemler icat etmesi üzerinde dikkatle ve özenle düşünmeyi gerektirmektedir.

Kendileri, Avrupa Birliği gibi birlikler kurarken, Türkiye’ye bölünmeyi parçalanmayı ‘demokrasinin gereği’ olarak dayatmaları somut bir göstergedir.

Sosyal ve üniter kimlikli Türkiye Cumhuriyeti’ne, Etnisiteci bölücü, dinci-mezhepçi ve kadının toplumsal kimliğinin dışlanarak aşırı cinsiyetçi yaklaşımlarla saldırıya geçilmesinin maddi varlığı emperyalizmin neoliberalist pratikleri ve politikalarıdır.

Teorik uygulaması ise postmodernist kavram pratikleridir.

Okuryazarlık kavramı, 1980 askeri darbesi öncesinde modernizmin en önemli kuramlarından birisi olan Gestalt Kuramı’nı temel alıyordu.

Teori ve pratiğin birliğini ve bütünlüğünü temel alan bu kuram, sanat ve sanat eğitimi alanlarında Okuryazarlık kavramına dayanak oluşturuyordu.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında belirtildiği gibi “…Türkiye Cumhuriyeti demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletidir… Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” ilkelerini, modern cumhuriyeti kuran irade ile Gestalt kuramını, sanat ve sanat eğitiminde teori ve pratiğin birliğini bir bütün olarak düşünmek, yorumlamak ve sahip çıkmak gereklidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  KABARENİN DOĞUŞU   Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oy...