SANATTA MODÜLER EĞİTİM
“Okuryazarlık”
kavramı, Eğitim Enstitüleri ve Köy Enstitüleri’nin öğretmen yetiştirme
pratiğinin temel harcını oluşturmuştu.
Öğretmen,
sadece okuyan değil aynı zamanda yazan da olmalıydı.
Bu
anlayışla, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Dursun
Akçam, Ahmet Telli, Ali Uçan ve Adnan Turani gibi yazar, şair ve sanatçı
öğretmenler yetiştirdi.
“Okuryazarlık”
kavramı, Türkiye’de 1980 askeri darbesi öncesinde, sanat eğitiminin sanatsal
yeti alanlarının geliştirilmesini, plastik sanatlarda yapıtların sözlü ve
yazılı anlamda incelenmesini, sözlü ve yazılı kültürün geliştirilmesini… içeren
masum bir kavramdı.
Neoliberalist
pratiklerin 1980 askeri darbesi ile birlikte uygulamaya konmasından sonra
masumiyetini kaybetmiştir.
Neoliberalist
pratiklerinin postmodernist ideolojisine hizmet eden Modüler Eğitim Modeli’ nin
uygulama yöntemlerinden birisi haline dönüşmüştür.
Modüler
Eğitim Modeli, sözü, anlatımı, yapıt hakkında yazılan metinleri önemseyen
tavrıyla, ürünü- yapıtı, atölyeyi ve uygulamayı önemsizleştirerek
“okuryazarlık” kavramını maddi temelinden yoksun bırakmıştır.
Kültürler,
ürünlerle-yapıtlarla varlık kazanmıştır.
Plastik
sanatlarda bir başka deyişle sanat eğitiminde maddi temel üründür- yapıttır.
Yapıt
hakkında, okunan- yazılan değerler, insandan insana, toplumdan topluma,
dönemden döneme… değişmekte ve değişiklikleriyle kültürel ve sanatsal yeti
anlamında çeşitlilikleriyle zenginleşmektedir.
Sanat
okuryazarlığı, Yapıt Yoluyla Öğrenme, Sanat Yoluyla Eğitim gibi kavramlar
ürünle- yapıtla somutluk kazanırlar.
Bu
çalışmada, okuryazarlık kavramı, eğitimde ve sanat eğitiminde Modüler Eğitim,
Ömür Boyu Eğitim, Yaşam Boyu Öğrenme, Tam Öğrenme gibi neoliberalizmin
Postmodernist ideolojisinin kullandığı ve yapay teoriler uydurduğu diğer kavram
pratikleriyle ilişkileri kurularak incelenecektir.
Sanat
ve sanat eğitiminde, teorinin ve pratiğin birbirinden ayrılmaz bir bütün
oluşturduğu gerçeğini temel alan bir anlayışla, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde yeni
başlayan öğrencilere aşağıdaki kitaplar okutulurdu.
Ernst
Fischer’in Sanatın Gerekliliği, George Thomson’ın İnsanın Özü, M. İlin-E.
Segal’ın İnsan Nasıl İnsan Oldu, Herbert Read’in Sanat ve Toplum, Plehanov’un
Sanat ve Toplumsal Hayat, M. Kagan’ın Estetik Dersleri gibi kitapların
ivedilikle okunması gerektiği salık verilirdi.
Sanat
Eğitimi ve Eğitbilim Dersleri, Sanat Tarihi, Sanat Felsefesi-Estetik, Kültür
Tarihi-Antropoloji, Sanat Sosyolojisi, Sanat Psikolojisi, Sanat Eserleri
Analizi, Mitoloji ve İkonografi gibi teorik-kuramsal Sanatsal Yeti alanı
derslerinin, atölye uygulama derslerinden bağımsız olmadığı vurgulanırdı.
Teorik
olsun pratik olsun ilk derslerde Gestalt Kuramı ortak içerik olarak anlatılır,
bütünün önemi kavratılmaya çalışılırdı.
Teorik
ve pratik (sınıf-uygulama-atölye) derslerin bütünlük, yanyanalık, ardışıklık ve
süreklilik ilkesiyle verilmesi sonucunda, yapan ve öğreten Sanatçı
Öğretmenler mezun oluyordu.
1979’da
Eğitim Enstitüleri’nin kapatılarak kısa bir dönem Yüksek Öğretmen Okullarına
dönüştürülmesi ve hemen ardından 1982 yılında üniversitelerin yeniden yapılandırılması
ile Eğitim Fakülteleri’nin kurulması sonucunda Sanatçı Öğretmen yetiştirme
geleneği ağır darbeler aldı.
1998
yılına gelindiğinde, YÖK-Dünya Bankası Projesi kapsamında üniversitelerin
yeniden yapılandırılmasından sonra uygulamaya konan Resim-İş Öğretmenliği
Programı’nın ve daha sonra yapılan değişikliklere rağmen “…teorik ve pratik
derslerin bütünlük, yanyanalık, ardışıklık ve süreklilik ilkesine göre
düzenlenmediği ve teorik derslere daha çok ağırlık verildiği görülmüştür
‘Resim-İş
Eğitimi Bölümü’ olma özelliği, ‘Resim-İş Eğitimi Anabilim Dalı’na
indirgenmiştir.
‘Sanat’
içeriği ‘Bilim’ olarak değiştirilmiştir.
YÖK-Dünya
Bankası Projesi’nin Amerikalı ve Türk sanat eğitimi danışmanları YÖK’te yapılan
sanat eğitimi panellerinde
“Eğitim
Enstitüleri uygulama ağırlıklı olduğu için, iyi resim yapan fakat teorik olarak
öğrenciye hiçbir şey öğretemeyen öğretmen tipi yetiştiriyordu, bugün
yaşadığımız sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor, artık bundan sonra teorik
öğretim etkinliklerine yer verilecek, öğrenciler sanat yapıtlarını incelemeyi,
yapıt yoluyla öğrenmeyi, yapıt okuryazarlığını… temel alacak, öğretmenler ise,
uygulamacı değil araştırmacı eğitimci olarak eğitim ve öğretim etkinliklerini
gerçekleştirecekler…” diyerek savunmuşlardır.
1980
askeri darbesiyle yeni biçim kazanan “Emperyalist uygulamalar, kapitalizmin son
otuz yılda neoliberalist küreselleştirmeci pratikleri ile yeni bir biçim
kazanmıştır.
Kapitalizmin
acımasız ve azgın sömürü gerektiren, neoliberalist uygulamalarının
özelleştirmeci, küreselleştirmeci pratikleri, düşünsel anlamda kendisini
destekleyen ve besleyen postmodernist ideoloji platformunu
geliştirmiştir.
Neoliberalist
pratiklerin yarattığı postmodernist kavram pratikleri hayatın her alnında
egemen kılınmaya çalışılmaktadır.
Sanat
ve Sanat Eğitimi alanlarında üretilen postmodernist kavram pratikleri
emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından sinsice uygulamaya konmuştur.
Türkiye’
de, YÖK- Dünya Bankası Projeleri, AB Öğrenci ve Öğretim Elemanı Değişim
Programları, Bologna Süreci gibi neoliberalist pratiklerle MEB ve YÖK, eğitimin
ve üniversitelerin yeniden yapılandırılması, yapılandırmacı eğitim,
programların standartlaştırılması, projeye dayalı eğitim, paralı eğitim, ömür
boyu eğitim, yaşam boyu öğrenme, çoklu zeka kuramı, öğrenci merkezli eğitim
gibi postmodernist kavram pratiklerini uygulamaya koymuştur.
Uygulamaya
konan en önemli postmodernist kavram pratiklerinden birisi de Modüler
Eğitimdir.
Modüler
Eğitim, söze, anlatıma, metine dayalı , öğrenciyi merkeze alır gibi gösterip
merkeze aldığı programa öncelik veren eğitim ve sanat eğitimi anlayışıdır.
Uygulamayı,
emeği, ürünü ve sanat yapıtını yok sayan ve öncelikle programa önem veren
bir anlayıştır.
Modüler
Eğitim, uygulamayı, ürünü ve yaratıcı üretimi aşağılayarak
önemsizleştirmektedir.
Modüler
Eğitim’in Sanat Eğitimi alanlarında yandaş olarak kullandığı postmodernist
kavram pratiklerine; sanat eğitiminde büyük modern söylemler ve estetik
bitmiştir, yapıt değil yapıt hakkında yazılanlar ve metinler önemlidir,
metinler arasılık, metinler ötesilik, yapıtı değil sanatçısı ve sanatçının ne
söylediği önemlidir,
Provokatif
ve alternatif sanat, müzeler yıkılmalıdır, kültür ve tarih anlamsızdır,
özgünlük yoktur, yapıta müdahele et, sanat yapıtını tahrip et gibi uygulamayı
ve yapıtı aşağılayan kavram pratikleri örnek verilebilir.
Kültürün
somut kanıtı sanat yapıtlarıdır.
Geleceğe
kültürel anlamda miras, ürün, kanıt, kalıt bırakmayan Modüler Eğitim
anlayışıyla kültür üretilemez ve gelenek oluşturulamaz.
Ürünü
küçümseyen ve yok sayan postmodernist modüler eğitimin gelecek kuşaklara
aktaracağı hiçbir şey yoktur.
Ortada
yapıtın görünmediği yapıt hakkında yazılmış metinlerin inandırıcılığı ve
özellikle Sanat Eğitimi’ne katkısı olamaz.
Neoliberalist
politikaların ve pratiklerin postmodern Modüler Eğitim Modeli, sanat ve sanat
eğitiminde atölyeyi, uygulamayı, ürünü, yapıtı ötekileştirerek aşağılamış,
söze, anlatıma, metinlere ve kavrama öncül görevler yüklemiştir
Araştırmacı
eğitimciliği geliştirmek ve ona maddi temelde alt yapı dayanakları hazırlamak
amacıyla,
“…
Modüler Eğitim, Yapıt Yoluyla Öğrenme, Sanat Yoluyla Eğitim, Ömür Boyu
Eğitim, Yaşam Boyu Öğrenme, Tam Öğrenme Kuramı, Çoklu Zeka Kuramı,
Duygusal Zeka Kuramı, Akıllı Tasarım=Intellegent Dessing, Ortak Akıl- Aklı
Ortaklaştırma- Üst Akıl- Alt Akıl gibi neoliberalizmin postmodernist
ideologlarının yapay teoriler uydurduğu diğer postmodernist kavram pratikleri
üretilmiştir”
Bu
araştırmanın eleştiri konusu olan ‘okuryazarlık’ kavramı da bu kavramlardan
birisidir.
Türkiye’de
Sanat ve Sanat Eğitiminde ‘Okuryazarlık’ Kavramı “Okuryazarlık” kavramı, 1980
askeri darbesi öncesinde çağdaş, demokratik ve laik özellikleriyle modern bir
kavram iken, 1980 sonrasında neoliberalist pratiklerin ve politikaların
uygulanmasına ve postmodernist kavram pratiklerinin üretilmesine hizmet eden
postmodern bir kavrama dönüşmüştür.
“Okuryazarlık”
kavramı, Türkiye’de 1980 askeri darbesi öncesinde, sanat eğitiminin sanatsal
yeti alanlarının öğrenilmesini ve geliştirilmesini, plastik sanatlarda
yapıtların sözlü ve yazılı anlamda incelenmesini ve yorumlanmasını, sanat ve
sanat eğitimi alanlarının uygulama ayaklarının yanında sözlü ve yazılı kültürün
oluşturulmasını ve geliştirilmesini… içeren masum bir kavramdı.
Neoliberalist
pratiklerin 1980 askeri darbesi ile birlikte uygulamaya konmasından sonra
masumiyetini kaybetmiştir.
Neoliberalist
pratiklerinin postmodernist ideolojisine hizmet eden Modüler Eğitim Modeli’nin
uygulama yöntemlerinden birisi haline dönüşmüştür.
Modüler
Eğitim Modeli, sözü, anlatımı, kavramı ve yapıt hakkında yazılan metinleri
önemseyen tavrıyla, ürünü- yapıtı, atölyeyi ve uygulamayı önemsizleştirerek
“okuryazarlık” kavramını maddi temelinden yoksun bırakmıştır.
Kültürler,
ürünlerle-yapıtlarla varlık kazanmıştır.
Plastik
sanatlarda bir başka deyişle sanat eğitiminde maddi temel üründür- yapıttır.
Yapıt
hakkında, okunan- yazılan değerler, insandan insana, toplumdan topluma,
dönemden döneme… değişmekte ve değişiklikleriyle kültürel ve sanatsal yeti
anlamında çeşitlilikleriyle zenginleşmektedir.
Sanat
okuryazarlığı, Yapıt Yoluyla Öğrenme, Sanat Yoluyla Eğitim gibi kavramlar
ürünle yapıtla somutluk kazanırlar.
Uygulama
pratikleriyle desteklenmeyen kuramsal eğitim, üretime değil tüketime yönelik ve
yorum yoksunu ezberci bir insan tipini yaratmaktadır.
Üretim
ekonomisine değil tüketim ekonomisine hizmet eden insan modeli yetiştirilmek
istendiği, sanat ve sanat eğitimi geleneğimizde net biçimde ortaya çıkmıştır.
1947’de
Amerika ile yapılan ikili Fulbright Antlaşması’ndan bugüne yaşanılan süreç
emperyalist eğitim politikalarını açıkça deşifre etmiştir.
Emperyalizmin
gerici faşist eğitim politikalarına karşın Köy Enstitüleri’nin ve Eğitim
Enstitüleri’nin ilerici ve laik eğitim geleneği korunmaya çalışılmış ve 1980
askeri darbe öncesinde “Okuryazarlık” kavramı, Eğitim Enstitüleri ve Köy
Enstitüleri’nin öğretmen yetiştirme pratiğinin temel harcını oluşturmuştur.
“Öğretmen,
sadece okuyan değil aynı zamanda yazan da olmalı” anlayışına sahip çıkılmıştır.
Bu
anlayışla, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Dursun
Akçam, Ahmet Telli, Ali Uçan, Edip Günay, Adnan Turani, Ahmet Erhan ve Mustafa
Okan gibi yazar, şair ve sanatçı öğretmenler yetişmiştir.
Okuryazarlık
kavramı, uygulama temelli ‘üretim için eğitim, eğitim için üretim’ ilkesine
dayalı olduğu için sadece öğrenci ve öğretmen yetiştirilmemiş, üretime yönelik
çok yönlü ve kültürlü entelektüel insan yetiştirilmiştir.
Bu
gerçeği en açık ve net biçimde, 1950 Amerikancı Toprak Ağaları Sivil
Darbesi’ni gerçekleştiren Adnan Menderes’in “Köy Enstitüleri, yöneten
kesimden daha akıllı bir vatandaş profili oluşturuyor… Bu kabul edilemez!”
sözü kanıtlamıştır.
Okuryazarlık
Kavramı Örneğinde Postmodernizm ile Eğitim İlişkisi Okuryazarlık kavramı,
ayrıştırıldığında ‘okumak’ ve ‘yazmak’ fiillerinden oluşmaktadır.
Her
ikisi de eylemliliktir, yüklenici-yüklemdir ve pratiktir.
Edilgen
değil, tam tersi, iki fiilin birleşiminden doğmuş çok etken bir kavramdır.
Bu
güçlenmiş etkenliğin, yazar, şair, sanatçı öğretmen, üretime yönelik çok
yönlü ve kültürlü entelektüel insan yetiştirmiş olmasının da somut
göstergesidir.
Oysa,
Neoliberalist pratiklerin ve politikaların, YÖK- Dünya Bankası Projesinin
postmodernist anlayışla sahiplenip savundukları “Sanat Yapıtı Okuryazarlığı”
kavram pratiği, yapıt karşısında öğretmeni ve öğrenciyi edilgen hale
dönüştürmeyi ve postmodern jargona uygun bir dille söylemek gerekirse ‘Sanat
tüketicisi’ haline dönüştürmeyi hedeflemiştir.
“Dinci
gerici eğitimin, söze, anlatıma ve dini metinlere dayanması ile öğüt, takva ve
telkin yöntemlerini kullanmasıyla, modüler eğitim modeline ve okuryazarlık
kavramının edilgen hale dönüştürülmesine çok büyük benzerlik göstermesi bir
tesadüf değildir.
Halk
deyimiyle söylersek; tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuştur” .
Çünkü,
dinci gerici eğitim, üretici değil tüketici insan tipi yetiştirir.
Sanayi
ve endüstriyel üretime yatırım yapan insan değil, ranta ve tüketime yatırım ya
da aracılık yapan tüccar mütegallibe (zorba) yetiştirir.
1980
askeri darbesiyle sonrasında uygulanan neoliberal pratikler ve politikalar ve
ürettiği postmodernist kavram pratikleri ile dinci gericiliğin birlikte
yükselişe geçmesi de bir tesadüf değildir.
Küreselleştirme
(küreselleşme değil) ve özelleştirme, Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin (KİT)
özelleştirilmesi pratikleri ve politikalarıyla üretime set çekilerek,
otoyollara, köprülere ve inşaata yatırım yapılması dinci gericiliğin sınıfsal
temeli olan tüccar mütegallibenin devlet ve iktidar olanaklarını ele
geçirmesini ve güçlenmesini sağlamıştır.
Başta
eğitim olmak üzere, toplumsal yaşam, tüccar mütegallibenin tarikat ve cemaat
örgütlenmeleri aracılığıyla dini metinlere göre düzenlenmeye çalışılmaktadır.
Postmodern
anlayışın edilgen okuryazarlık kavramına uygun olan derslere öncelik verilerek,
uygulama ağırlıklı ve okuryazarlık kavramını etken kullanan ve eleştirel
düşünmeyi temel alan sanat ve sanat eğitimi dersleri hedef tahtasına konmuştur.
Resim-İş
Dersi ve Resim-İş Öğretmeni kavramlarının yapmaya etmeye yönelik etken
özelliklerini öteleyerek, sanatsal etkinlikleri sadece ‘göz’e ve edilgenliğe
indirgeyen Görsel Sanatlar Dersi ve Görsel Sanatlar Öğretmeni kavramlarını
hayata geçirmişlerdir.
Resim
dersi karşılığı olarak düşünülmesi gereken, Fransızcada ‘plastique’ kavramı
etkendir ve ‘biçim verilebilen, biçimlendirilen, biçimlendirilebilen’ olarak
doyurucu ve net Türkçe karşılığa sahiptir.
Asla,
‘biçimlenen’ yani edilgen bir sözcük değildir.
Sanat
ve sanat eğitimi okuryazarlığı, ‘yaparken ederken öğrenme’ ve ‘yaptıkça ettikçe
öğrenme’ etkinlikleri içinde gerçekleşir.
‘Yaparak
yaşayarak öğrenme’ kavramı bile edilgen özelliklere sahiptir!
1980
askeri darbesi sonrasında postmodernistler, neoliberalizmin pratiklerinin ve
politikalarının teorik platformunu oluşturmak ve geliştirmek amacıyla
kendilerine, metinlerine ve sanat yapıtı olduğu tartışılır (kendi tanımlarıyla)
“iş”lerine atıf yaparak kendi burjuva sanat tarihlerini yazmak ve kabul
ettirmek için dergilerde, gazetelerin sanat sayfalarında, galerilerde,
müzelerde, üniversitelerde, yayınevlerinde… örgütlendiler.
Bu
derin örgütlenmenin maddi görünür örnekleri hakkında Lütfiye Bozdağ ile yaptığı
söyleşide Mahmut Öztürk şunları söylüyor “Neoliberalist pratiklerin ideolojisi
hâline gelmiş olan postmodernist kavram pratikleri, 1980 sonrasında Türkiye
resminin bütününü görmemizi engellemek için parça parça önümüze kondu ve
tartıştırıldı.
Resim
bitmiştir, resim çerçevesinin dışına çıkılmalıdır, Avangard sanat propagandası
yapan etkinlikler ve Günümüz Sanatçıları sergileri gibi pek çok etkinlik
gerçekleştirilirken, 1982’de YÖK’ün kurulması ve Eğitim Enstitülerinin
kapatılması, 1983’te türbanın icadı, 1984’te PKK’nın kurulması, 1985
yılında MEB tarafından 44 öztürkçe sözcüğün günlük ve yıllık planlarda
kullanılmasının öğretmenlere yasaklanması, Fen Bilgisi öğretmenlerinin
Evrimci-Yaradılışçı olarak fişlenmesi, Türk-İslam Seminerleri Düzenlenmesi,
aynı yıl Ankara’da SANART tarafından düzenlenen Estetik Sempozyumunda Marks’ı
aşağılayan Bataille’yi yücelten bildirinin Ali Akay tarafından sunulması…
Kısaca
hepsinin neoliberal projenin parçaları olarak şimdi fotoğrafın bütününü
oluşturduğunu açık ve net olarak görmekteyiz.
Birbirinden
soyutmuş gibi görünen parçaların bir bütün oluşturduğunu savunduğumda, beni
“komplo teorisi üretiyor” diyerek suçlamışlardı.
İktidar
erkanından, cumhurbaşkanı olduğu dönemde Abdullah Gül’ün “Vücut Dünyası-Yaşam
Döngüsü” sergisine gitmesinin bile tek başına sorgulanması gerekir.
Sanat
olanın içine tükürmek, ucube, rezalet, böyle sanat mı olur? diyerek aşağılamak,
cumhurbaşkanı payesini kullanarak sanat olmaz şeyi sanat olarak topluma
yutturmaya çalışmak, kimlerin hangi ortak paydada nasıl buluştuklarını
kanıtlamaktadır.
Müzeler
gereksizdir, müzeler yıkılmalıdır, diyen postmodernist kavram pratiklerinin,
neoliberalizmin gerici silahşörü IŞİD’in müzeleri yerle bir etmesinden ne farkı
vardır?
Devrimci
ve yenilikçi diye pompalanan postmodernist kavram pratiklerinin söze, anlatıma
ve metinlere dayalı modüler sanat ve sanat eğitimi ile feodal gericiliğin
eğitim modelinin söze dayalı öğüt ve telkini temel aldığı ortaçağ zihniyetiyle
ortak payda bulmaları bir tesadüf olamaz”.
Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslam gibi İbrahimi, tek tanrılı dinlerin dini kitaplara diğer
bir deyişle metinlere dayalı eğitimi temel almalarıyla, postmodernistlerin
metinlere dayalı sanat ve sanat eğitimini temel almaları ve ortak paydada
birleşmeleri tarihsel bağlamda incelendiğinde çok önemli ipuçları vermektedir.
Ortaçağ
papazlarının giyotinde boyunlarının kesilmesi korkusundan, kendilerinden önce
yazılmış olan metinlere ve metin yazan papazlara gönderme-atıf yapmaları,
yazdıkları ya da savundukları fikirleri garanti altına almaya çalışmaları…
bugün postmodernistlerin metin ve kavram üretmeleriyle çok büyük benzerlikler
göstermektedir.
Eleştiri
aldıklarında hedef saptırmaları, toplu biçimde farklı bir konuya odaklanmaları
somut gerçeklikleridir.
2016
ve 2017 yıllarında romantizm konusunda ve hemen ardından 2017 yılı sonlarına
doğru ve 2018 yılı başlarında Gotik sanata yönelik ve birbirlerine atıfların
bolca yer aldığı metinler ve kavramlar üretmeleri örnek verilebilir.
Bu
tavırlar, sanat ve sanat eğitimi ortamlarının gündelik ve temsili sorunlarından
uzaklaştırılarak, geçmişin karanlık dehlizlerinde çağdaş olanı boğazlama ve
ortamı muğlaklaştırma girişimleri olarak değerlendirilmelidir.
Bu
tespit asla komplo teorisi olarak yorumlanmamalıdır.
Emperyalizmin
neoliberalist pratiklerinin ve politikalarının ve ürettiği postmodernist kavram
pratiklerinin ortaya koyduğu program ve gerçekliklerdir.
2003
yılında Irak işgal edildiğinde ‘İyimserlik Çağında…’ ve Suriyeli mültecilerin
Türkiye’yi işgali sürecinde ‘İyi Bir Komşu’ ve ‘Kapı Çalana Açılır’
kavramlarıyla İstanbul Bienallerinin düzenlenmesi tam da bu gerçekliği somut
olarak kanıtlamaktadır.
Okuryazarlık
kavramı, 1980 askeri darbesinden sonra Emperyalizmin neoliberalist
pratiklerinin ve politikalarının ve ürettiği postmodernist kavram pratikleriyle
modüler sanat ve sanat eğitiminin demagojisine dönüşmüştür.
Emperyalizmin
neoliberalist pratikleri ve politikaları, kendi teori ve pratiklerini bir bütün
halinde inşa ederek uygulamaya koyarken, Türkiye gibi ülkelere teori ve
pratiğin birbirinden ayrıştığı postmodernist kavram pratiklerini dayatmaktadır.
Postmodernizmin
doğası gereği Gestalt kuramının bütünlüklü modernist tavrına karşı tavır
geliştirmesinin doğal sonucu olarak “Sosyal Devletler Çağı Bitmiştir,
Demokratik
Devletler Çağı Başlamıştır” gibi, emperyalizmin böl, parçala ve yut
politikasına hizmet eden söylemler icat etmesi üzerinde dikkatle ve özenle
düşünmeyi gerektirmektedir.
Kendileri,
Avrupa Birliği gibi birlikler kurarken, Türkiye’ye bölünmeyi parçalanmayı
‘demokrasinin gereği’ olarak dayatmaları somut bir göstergedir.
Sosyal
ve üniter kimlikli Türkiye Cumhuriyeti’ne, Etnisiteci
bölücü, dinci-mezhepçi ve kadının toplumsal kimliğinin dışlanarak aşırı
cinsiyetçi yaklaşımlarla saldırıya geçilmesinin maddi varlığı
emperyalizmin neoliberalist pratikleri ve politikalarıdır.
Teorik
uygulaması ise postmodernist kavram pratikleridir.
Okuryazarlık
kavramı, 1980 askeri darbesi öncesinde modernizmin en önemli kuramlarından
birisi olan Gestalt Kuramı’nı temel alıyordu.
Teori
ve pratiğin birliğini ve bütünlüğünü temel alan bu kuram, sanat ve sanat
eğitimi alanlarında Okuryazarlık kavramına dayanak oluşturuyordu.
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında belirtildiği gibi “…Türkiye Cumhuriyeti demokratik
laik ve sosyal bir hukuk devletidir… Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” ilkelerini, modern cumhuriyeti kuran
irade ile Gestalt kuramını, sanat ve sanat eğitiminde teori ve pratiğin
birliğini bir bütün olarak düşünmek, yorumlamak ve sahip çıkmak gereklidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder